Kulağa peri masalı gibi gelebilir. Toz ve harabeden arda hiçbir şeyin kalmadığı bir ada ülkesi savaş yüzünden yerle bir edildi. 2. Dünya savaşından yaklaşık 10 yıl sonra Japonya’nın altyapısının büyük bir kısmı yok oldu.
Savaşla yüz yüze olan herkes endüstriyel faaliyetlerdeki azalmaya tanık oldu – aynı durum savaş öncesindeki standartlara göre 1946 yılındaki üretimde %27.6 kayıp yaşayan Japonya için de geçerli oldu (Nakayama, 1964).
Savaştaki diğer devletler gibi Almanya ve İtalya da Japonya ile birlikte savaş öncesi faaliyetlere geri döndü. Gerçi Japonya iyileşme sürecinin de ötesinde bir hızla ilerledi. 1950 – 1970 yılları arasında Japonya’nın ekonomisi dikkate değer bir biçimde yıllık yüzde 10 büyüme sağladı. 1970’lerde Japonya dünyanın en büyük üçüncü ekonomisi olmayı başardı.
Bu konu dünyadaki birçok araştırmacının tartışma kaynağı oldu!
Siyaset bilimcileri, ekonomistler ve tarihçiler bu olayın nedenlerini ve nasıllarını mercek altına aldı. Ayrıca “ne zaman” sorusu bu hızlı ivme meselesi söz konusu olduğunda önem kazanmaya başladı. Ancak, çalışmaların tamamı olmasa da bunların büyük bir kısmı MITI (Ticaret ve yenilik bakanlığı) ve keiretsu’nun (büyük işletmeler grubu) araştırdığı yerel faktörlere odaklanıyor.
Özellikle MITI belirli sektörlere sermaye sağlayarak ihracatı destekledi. Rekabetçi fiyatlardaki yüksek kalite malların seri üretime geçmesiyle beraber Japonya’nın “uluslararası rekabetçi bir avantaj” kazanmasına olanak sağlandı. Hâlihazırda Japon firmalarının egemen olduğu kamera endüstrisi (Canon, Nikon, Fujitsu ) bu duruma örnek verilebilir.
Keiretsu, 1953’de Ikedea yönetimi tarafından tekelleşme karşıtı kanunlarla desteklendi. Bu işletmeler büyüme modelinde önemli bir parça olan ürün çeşitliliğiyle yönetildi. İşletmelerin amacı kısa dönemli karlardan ziyade market payı kazanmaktı. Japonya ekonomik anlamda uluslararası destek olmadan gelişseydi, büyümenin bu kadar hızlı olması pek olası değildi.
1960 yılında imzalanan düzenlenmiş koruma anlaşması Japonya ve Birleşik Devletler ilişkilerinde dönüm noktası oldu. Bu andan itibaren Japonya herhangi bir yabancı devlet baskısına karşı koruma altına alındı. Ve ABD güçlü bir Sovyet karşıtı müttefik elde etti. Yine de diplomatik olayların başlangıcı her zaman sorunsuz olmadı.
İkinci Dünya Savaşı’ndan kısa bir süre sonra ABD bu ada ülkesinde önemli bir mevcudiyet kurdu. İki ulus aralarında güçlü bir bağ oluşturabilmek için 1951 yılında güvenlik anlaşması imzaladı.
Ancak bu anlaşma ters etki yarattı: Amerikan ordu personellerinin Japon vatandaşları katlettiği üzerine çıkan haberler geniş ölçüde kınamayla karşılaştı. Amerikan yetkilileri Japonların Komünist tarafa kaymasından korkmaya başladı. Gerçekten de 1956 yılında Japon başbakanı Ichirō Hatoyama Çin ile olan ilişkileri normalleştirdi.
Amerikanlar ümitlerini kaybetmeye başladığı sırada Kishi Nobousuke 1957’de makama getirildi.
Sıkı bir komünizm karşıtı olan Nobousuke Çin’in lehine gerçekleştirilen Amerikan işbirliğini destekledi. Yönetimdeki bu ani değişim ABD için yeni fırsatlar doğurdu. Zaman içerisinde Nobousuke, Başkan Eisenhower’a ziyaretlerde bulundu. İkili söz konusu anlaşmanın yeniden tanzim olmasına sebebiyet veren 1951 koruma anlaşmasını tekrar müzakere etme olasılığını tartıştı.
Bu müzakere dönemindeki konuşmalar (1958-1960) Japonya’nın ekonomik beklentileri ve ticaret ortamı adına önemli çıkarımlarla sonuçlandı. ABD’li müzakereciler karşı tarafın isteklerini karşılama konusundaki arzularını gösterdi ve oldukça esnek davrandı.
Güvenlik meselesi dışında, iki taraftaki politika üreticileri de ekonomik etkileşim konusuna fazlasıyla önem verdi. Örnek olarak, büyük bir kısmı ABD temelli özel bankalardan gelen yabancı krediler 1958 yılında ikiye katlandı. Nihayetinde Japonya üretime yatırım yapabileceği sermayeye kavuşmuş oldu.
Hükümetin iş eşleştirme sistemi (shūdan shūshoku) sayesinde öncesinde adı geçen şirketler bu krediyi eğitimli genç nüfusa istihdam sağlamak için kullandılar. İş eşleştirme sistemi sayesinde iş gücünü sanayi alanında dağıttılar.
Aynı yıl, Japon iş insanları ABD-Japonya ticaretinde birleşik komite oluşturdu. Bunun neticesinde 1958’den 1960’a kadar Japonya’nın ABD’ye olan ihracatı %150 arttı. Bu durum Japonya’ya ilk ticari üretim fazlasını getirmiş oldu.
Ancak 1960’ın sonlarına doğru Vietnam Savaşı yüzünden Beyaz Saray baskıyla karşılaştı.
Ve ekonomik durgunluk ABD’nin Japon uzlaşmasında daha az müsamahakâr olmasına yol açtı. Beklenen şekilde, 1971’de Japonya’nın ekonomik büyümesi %10’dan %3’e kadar düştü (Bakanlar Kurulu, Japonya Hükumeti).
O halde hangi politikalar ABD’yi savaş sonrasındaki Japon ekonomisinin merkez oyuncusu haline getirmiş olabilir mi?
Güvenlik anlaşması Japonya’nın askeriyedeki sermayeyi diğer sektörlere dağıtmasına sebebiyet verdi. 1958’den 1960’a kadar GSYH’deki savunma harcamaları %20 kadar azaltıldı (Calder,1988). Aslında Japonya en başından beri kendi güvenliğinden sorumlu olsaydı GSYH %30’a kadar azalabilirdi (Patrick ve Rovosky).
Dahası, ABD yönetimi Japon ihracatını hızlandırmayı ümit ederek aldığı koruyucu tedbirlerde ısrarcı oldu. Bu durum ekonomik büyümenin yüksek olduğu yıllarda Amerika’nın Japonya’nın ihracatındaki %30’luk bölümde pay sahibi olduğunu apaçık gösteriyor (Hunsberger, 1972).
Robotikten motosikletlere teknoloji Japon ekonomisinin en önemli yanıdır. Yenileşmedeki bu yükselişin kökeni teknoloji akınının ABD’den Japonya’ya geçmesiyle açıklanabilir. Küçük veya büyük çaplı Japon işletmeleri bu tekniği çeşitli sektörlerde kullandı.
Bütün bu noktaları göz önünde bulundursak Amerika’nın Japonya’nın ekonomik mucizesini kolaylaştırdığı gibi güçlü bir kanıya varabiliriz. Amerika’nın stratejileri ve niyetleri Japonya’da yer alan iç faktörlerle de bağlantılıydı fakat bu ulusal politikalar yalnızca uluslararası olaylarla birlikte başarı getirebildi.
Yukarıdaki grafikte iyileşme yılı ABD’nin Japonya ile arasındaki ilişkileri geliştirdiği 1958 yılı olarak gözükür. Dünya ekonomisindeki bu veri sentetik bir Japonya oluşturmak ve 1958’deki müzakere konuşmalarının öncesindeki ekonomik gidişatı göstermek için kullanıldı.
Sentetik Japonya’nın büyümesi (yeşil çizgi) Japonya’nın gerçek büyümesinin (kırmızı çizgi) yaklaşık 1/3’üne denk geliyor. Sentetik Japonya 1958’de gerçekleşen müzakere konuşmaları sırasındaki %9.3’lük asıl büyümeye kıyasla yıllık %3.6 büyümeye sahip.
Bu bulgular makroekonomik yönelimler değerlendirilirken jeopolitiğin göz ardı edilemeyeceğini bizlere gösteriyor. Bu günlerde gelişmekte olan ülkeler ABD-Japonya tipi bir ilişki fırsatına sahip değil ve bu sebepten dolayı bu ülkelerin Doğu Asya modelini körü körüne takip etmemeleri gerekiyor.
Ülkelere özel politikalar oluşturmak daha iyi sonuçlara neden olur ve bunun dünya genelindeki ekonomik büyüme için hedef olması gerekir. Ne yazık ki birçok mucize gibi Japon ekonomik mucizesi tarihte ve gelecekte nadir gerçekleşen bir olay olarak kalacak.
Yasin Osman Kara
Yorumlar 1