İnsanların özlerinde bencil varlıklar olduğu uzun zamandır süregelen bir algı. Öyle gözüküyor ki bizler güçlü içgüdülerle kaynak, güç ve sahiplik elde etmek adına birbirimize karşı mücadele eden acımasız varlıklarız.
Eğer birbirimize karşı kibarsak, genelde gizli bir çıkar güttüğümüz için öyleyiz. Eğer iyiysek te bunun tek sebebi içimizdeki bencil ve merhametsiz içgüdüleri aşmayı ve onları kontrol etmeyi becerebildiğimiz için.
İnsan doğasına dair bu karanlık bakış açısı ise bilim yazarı Richard Dawkins ile yakından alakalı. Kitabı, Gen Bencildir (The Selfish Gene) oldukça popüler oldu çünkü kitapta 20. Yüzyıl toplumlarının rekabetçi ve bireyci ahlakları hakkında yazanlar ile bu varsayım birbirleriyle çok uyumlu.
Aynı diğerleri gibi Dawkins te görüşlerini doğrularken evrimsel psikolojiye referans veriyor. Evrimsel teori, günümüz insan davranışlarının “evrimsel uyum ortamı” olarak tanımlanan şey sırasında tarih önceki zamanlarda geliştiğini kuramlaştırır.
Bu da genelde şiddetli mücadelelerin verildiği zamanlar olarak düşünülür. Yani hayatın tamamen Roma’daki gladyatör savaşları gibi olduğu, hayatta kalma içgüdüleri olan insanların seçilip diğerlerinin umursanmadığı zamanlar. Tabii insanların hayatta kalmaları da gerekli kaynaklara ulaşmalarına bağlı olduğundan -nehirler, ormanlar ve hayvanlar- rakip gruplar arasında mücadele ve çatışmalar olması da kaçınılmaz. Bu da savaş ve ırkçılık gibi olguların gelişmesine sebep olur.
Bütün bunlar mantıklı. Ancak aslında tarih öncesi zamanların hayatta kalmak adına çaresizce verilen bir mücadeleden ibaret olduğu varsayımı… Yanlış!
Tarih Öncesi Bolluk
Hatırlamakta fayda var, tarih öncesi zamanlarda dünya nüfusu oldukça seyrekti. Yani yüksek ihtimalle avcı toplayıcı grupların yararlanması için etrafta bolca kaynak vardı.
Bazı tahminlere göre 15.000 yıl önce Avrupa’nın nüfusu sadece 29.000, dünya nüfusu ise yarım milyondan azdı. Bu küçük rakamlar düşünülürse o zamanlar avcı toplayıcı grupların birbirleri ile rekabet etmelerini veya birbirlerine karşı acımasız, mücadeleci davranmalarını, savaşa girmelerini gerektirecek bir sebep yoktu.
Gerçekten, şu an birçok antropolog; savaşın, insan tarihinde sonradan gelişen -ilk tarımsal yerleşimlerin oluşturulmasıyla- bir şey olduğu konusunda hemfikir.
Çağdaş Kanıt
Ayrıca bir de ortada, aynı tarih öncesi zamanlardaki gibi yaşayan çağdaş avcı-toplayıcı gruplar var. Bu gruplarda göze çarpan en çarpıcı şeylerden biri de eşitçilikleri.
Antropolog Bruce Knauft’un da belirttiği gibi avcı-toplayıcılar aşırı derecedeki siyasal ve seksüel eşitçilikleriyle karakterize edilirler. Bu gruplarda yer alan bireyler kendi mal ve mülklerini biriktirme ve sahiplenmezler. Her şeyi paylaşmak gibi ahlaki bir zorunlulukları vardır. Ayrıca eşitliği korumak için statü farklılıklarının ortaya çıkmadığından emin olurlar.
Örnek olarak Güney Afrika’da yaşayan !Kung insanları ava gitmeden önce birbirleriyle ok değişimi yaparlar. Bir hayvan avlandığında övgü oku yaydan atan kişiye değil, okun ait olduğu kişiye gider. Ve eğer birisi fazla baskıcı veya kibirli olursa grubun diğer üyeleri o kişiyi sürgün ederler ve onunla ilişiklerini keserler.
Bu tarz gruplarda erkeklerin kadınlar üzerinde herhangi bir üstünlüğü yoktur. Kadınlar evlenecekleri partnerlerini, ne iş yapacaklarını ve ne zaman çalışacaklarını da kendileri seçerler. Eğer bir evlilik bozulursa çocukların velayet haklarını da kadınlar alır.
Çoğu antropolog bu tarz eşitlikçi toplumların varlığının -nüfus artışının, çiftçiliğe ve yerleşik hayata sebep olmasından birkaç bin yıl önce- oldukça normal olduğu konusuna katılıyorlar.
Fedakârlık ve Eşitlik
Yukarıda yazanların ışığında ırkçılık, savaş ve erkek egemenliğinin evrimle geliştiğini varsaymak için çok az neden var gibi gözüküyor -bizim için pek te yararlı olgular değiller-. Hatta bencil ve acımasız davranan bireyler gruplarından sürülecekleri için bu ortamda hayatta kalma ihtimalleri en düşük olanlar onlar.
İnsan doğasına dair bu özellikleri iş birliği, eşitlikçilik, fedakârlık ve barışçılık olarak görmek daha mantıklı. Bu özellikler insan hayatında on binlerce yıldır mevcut. Yani bu karakteristikler hala içimizdeler ve oldukça güçlüler.
Tabii eğer dava buysa neden günümüz insanları neden bu kadar bencil ve acımasız diye soruyor olabilirsiniz. Neden bu olumsuz özellikler birçok kültürde normal? Belki de bu özellikler çevresel ve psikolojik faktörlerin birer sonucu olarak görülmeli.
Araştırmalar gösteriyor ki primatlar doğal ortamlarında rahatsız edilince daha hiyerarşik ve vahşi oluyorlar. Belki de avcı-toplayıcı hayatı arkamızda bırakınca bizim başımıza gelen de bu oldu.
Steve Taylor’un “Çöküş” adlı kitabında yazar, avcı-toplayıcı hayat tarzının sona ermesi ve yerleşik hayata, çiftçiliğe geçilmesinin, bazı insan gruplarının psikolojik bir değişime uğramalarıyla alakalı olduğunu savunuyor. Yeni bir bireysellik algısı ve ‘ayrı’lıkların, bencilliğe yol açtığını ve sonucunda da hiyerarşik toplumların, ataerkil sistemin ve savaş kavramının ortaya çıktığından bahsediyor.
Her halükârda bu olumsuz özelliklerimiz yakın zamanda gelişti ancak onları evrimsel ya da uyarlanabilir terimlerle açıklamamız pek de mümkün değil. Kısaca söylemek gerekirse merak etmeyin, doğamızda yatan ‘iyi’ tarafımız, ‘kötü’ tarafımızdan çok çok daha derinlere kök salmış durumda.
Günsuhan Aytaç