Tıpkı gezegensel veya moleküler sistemlerde olduğu gibi, kaotik olarak dinamik ekosistemlerde de doğru bir şekilde tanımlayan ve tahminlere izin veren matematiksel yasalar bulunabilir- en azından yeterince uzaklaştırırsak. Ancak insanlar artık gezegenimizi paylaştığımız yaşam üzerinde çok yıkıcı bir etkiye sahip olduğundan, bir zamanlar doğal olan bu evrensellikleri bile kargaşaya sürüklüyoruz.
Queensland Teknoloji Üniversitesi’nden deniz ekolojisti Ryan Heneghan, “İnsanlar okyanusu sadece balık yakalamaktan daha dramatik bir şekilde etkiledi” dedi.
“Doğada bilinen en büyük güç yasası dağılımlarından biri olan boyut spektrumunu yıkmışız gibi görünüyor.”
Güç Yasası
Güç yasası, kademeli sinirsel aktivite modellerinden çeşitli türlerin yiyecek arama yolculuklarına kadar biyolojideki birçok şeyi tanımlamak için kullanılabilir. Başlangıç noktaları ne olursa olsun, iki niceliğin birbirine göre orantısal olarak değişmesidir.
İlk olarak 1972’de Raymond W. Sheldon tarafından yönetilen ve şimdi ‘Sheldon spektrumu’ olarak bilinen bir makalede açıklanan belirli bir güç yasası türü söz konusu olduğunda, iki nicelik, bir organizmanın çokluğu ile orantılı olan vücut büyüklüğüdür. Bu nedenle, vücut oranı büyüdükçe, belirli bir tür boyutu grubunda tutarlı olarak daha az birey bulunur.
Örneğin, Kril, ton balığından 12 kat daha küçükken, aynı zamanda ton balığından 12 kat daha sayıca fazladır. Yani varsayımsal olarak, dünyadaki tüm ton balığı etinin toplamı (ton balığı biyokütlesi), dünyadaki tüm kril biyokütlesi ile kabaca (en azından aynı büyüklük sırası içinde) aynı miktardadır.
1972’de ilk ortaya atıldığından beri, bilim insanları bu doğal ölçekleme modelini yalnızca su ortamlarındaki sınırlı tür grupları içinde nispeten küçük ölçeklerde test ettiler. Deniz planktonundan tatlı suda balıklara kadar bu fikir doğruydu -daha az bol türlerin biyokütlesi, daha küçüktü ama daha bol türlerin biyokütlesine kabaca eşdeğerdi.
“Kütlelerinin oranı, bir insan ile tüm Dünya arasındaki orana eşittir”
Max Planck Enstitüsü ekolojisti Ian Hatton ve meslektaşları, bu yasanın küresel ölçekte olup bitenleri de yansıtıp yansıtmadığını araştırdı.
“Kütlelerinin oranı, bir insan ile tüm Dünya arasındaki orana eşittir. Küresel olarak toplanan 200.000’den fazla su örneğinden ölçeğin küçük ucundaki organizmaları değerlendirdik, ancak daha büyük deniz yaşamı tamamen farklı yöntemler gerektiriyordu.”
Ekip, tarihsel verileri kullanarak, Sheldon spektrumunun bu ilişkiye küresel olarak endüstri öncesi okyanus koşulları için (1850’den önce) uyduğunu doğruladı. Bakteriler, algler, zooplanktonlar, balıklar ve memeliler dahil olmak üzere 12 deniz yaşamı grubunda, Küresel okyanusun 33.000’den fazla noktasında, organizmanın her boyut kategorisinde kabaca eşit miktarlarda biyokütle ortaya çıktı.
McGill Üniversitesi’nden yerbilimci Eric Galbraith, “Her bir büyüklük sınıfı sırasının küresel olarak yaklaşık 1 milyar ton biyokütle içerdiğini görmek bizi şaşırttı.” diyor.
Hatton ve ekibi, avcı-av etkileşimleri, metabolizma, büyüme oranları, üreme ve öIüm oranı gibi faktörlerin belirlediği sınırlamalar dahil, bunun olası açıklamalarını tartıştı. Bu faktörlerin çoğu aynı zamanda bir organizmanın boyutuna göre ölçeklenir. Ama bu noktada hepsi spekülasyondur.
Ekosistemi Anlamıyoruz !
Galbraith, “Deniz yaşamının boyutlar arasında eşit olarak dağılmış olması dikkat çekicidir” dedi. “Neden böyle olması gerektiğini anlamıyoruz- neden büyük şeylerden çok daha küçük şeyler olmasın? Veya ortada bulunan ideal bir boyut? Bu anlamda, sonuçlar ekosistemi ne kadar anlamadığımızı vurguluyor.”
Bununla birlikte, incelenen boyut ölçeğinin her iki ucunda da kuralın iki istisnası vardı. Bakteriler yasanın öngördüğünden daha fazlaydı ve balinalar çok daha azdı. Yine, nedeni tam bir gizem.
Araştırmacılar daha sonra bu bulguları günümüz örneklerine ve verilerine uygulanan aynı analizle karşılaştırdılar. Güç yasası hala çoğunlukla uygulanıyor olsa da daha büyük organizmalarda belirgin olan modelinde k∈skin bir bοzuIma vardı.
Ekip, makalelerinde “İnsan etkileri, spektrumun üst üçte birini önemli ölçüde kısaltmış gibi görünüyor” diye yazdı. “İnsanlar yalnızca okyanusun en büyük yırtıcılarının yerini almakla kalmadı, bunun yerine son iki yüzyılın kümülatif etkisiyle ekosistemdeki enerji akışını temelden değiştirdi.”
Balıklar, yıllık insan gıda tüketiminin yüzde 3’ünden daha azını oluştururken, ekip, 1800’lerden bu yana balık ve deniz memelileri biyokütlesini yüzde 60 oranında azalttığımızı buldu. Dünyanın en dev canlı hayvanları için durum daha da kötü – tarihsel avcılık balinalarda yüzde 90 azalma sağladı.
Galbraith, bunun gerçekten endüstriyel balıkçılığın gereksiz olduğunu vurguladığını belirtiyor. Mevcut stratejilerimiz, gerçekte tükettiğimizden çok daha fazla biyokütleyi ve sahip olduğu enerjiyi boşa harcıyor. Şu anda biyokütle açısından en büyük omurgalı türlerinden biri olmasına rağmen, biyokütlenin bir zamanlar oynadığı rolü de değiştirmedik.
Sonuç
Okyanuslardaki en büyük tür gruplarından yaklaşık 2,7 gigaton kaybedilirken, insanlar yaklaşık 0,4 gigaton oluşturuyor. Ekip, biyokütledeki bu büyük kaybın okyanusları nasıl etkilediğini anlamak için daha fazla çalışmaya ihtiyaç olduğunu yazdı.
Galbraith, “İyi haber şu ki, dünyadaki aktif balıkçı teknelerinin sayısını azaltarak yarattığımız dengesizliği tersine çevirebiliriz” diyor. “Aşırı avlanmayı azaltmak, balıkçılığın daha karlı ve sürdürülebilir olmasına da yardımcı olacak- birlikte hareket edebilirsek bu potansiyel bir kazan-kazan olacak.
Çeviren:Gülcan Gören