Neslimiz tükenecek mi? Kısa bir cevap verecek olursak, evet. Fosil kalıntıları, eninde sonunda her şeyin neslinin tükeneceğini gösteriyor. Şu ana kadar yaşamış bütün türlerin % 99,9’unun nesli tükendi.
Bazı türler soylarını devam ettirdi. Fakat plesiosaurlar, trilobitler ve dinozorlar soylarını devam ettiremedi. Bu diğer insan türleri için de geçerli. Neandertaller, Denisova insanları, Homo erectus gibilerinin hepsinin nesli tükendi ve arkalarında bıraktıkları sadece Homo sapiens oldu. İnsanların neslinin tükeneceği kaçınılmaz bir gerçek. Ama asıl mesele neslimizin tükenip tükenmeyeceği değil, ne zaman tükeneceğidir.
Manşetler, insan neslinin yakın bir zamanda tükeneceğini söylüyor. Dünyayı teğet geçen asteroitler medyanın en sevdiği konu. Mars’ın ileride kaçış yerimiz olarak kullanılacağı fikri de var. Hala devam eden iklim değişimi tehlikesini unutmamak gerek.
İnsanların zayıf noktaları var. Bizim gibi büyük, sıcak-kanlı hayvanlar ekolojik bozulmalarla iyi başa çıkamıyor. Küçük, soğuk-kanlı kaplumbağalar ve yılanlar beslenmeden aylarca hayatta kalabilir, dolayısıyla onların nesli tükenmedi. Tiranozorlar ve insanlar gibi metabolizmaları hızlı çalışan büyük hayvanlar sürekli beslenmeli. Dolayısıyla yanardağ patlaması, küresel ısınma, buzul çağı veya sert kış gibi doğal felaketlerin sebep olduğu besin zinciri bozukluklarına karşı savunmasızlar.
İnsanların üreme süreleri uzun ama insanlar birkaç çocuk yaparak nesillerini rahatlıkla devam ettirebiliyor. Yavaş üreme, ani nüfus azalmalarını sıkıntısız atlatmayı zorlaştırıyor ve doğal seçilimi yavaşlatıyor, bunlar da sürekli değişen doğa koşullarına uyum sağlamayı zorlaştırıyor. Bu durum mamutları, zemin tembelliklerini ve diğer dev hayvanları lanetledi. Büyük memeliler, aşırı avlanmaya uyum sağlamak ve hayatta kalmak için gereken üreme hızına sahip değildi.
Sonuç itibariyle insanlar olarak savunmasızız ama neslimizin tükenmesine karşı dayanıklı olduğumuzu gösteren sebepler var, belki kendimize özgün sebepler. Etrafa yayılmış, sayıca fazla ve evcilleşmiş bir türüz. Bunlardan yola çıkarak, Homo sapiens türünün belli bir süre daha hayatta kalacağı düşünülebilir.
HER YERDE VE SAYICA FAZLA
İnsanlar her yerde. Coğrafi olarak geniş alana yayılmış organizmaların asteroid çarpması ve yok oluş gibi tehlikelere sebep olabilecek felaketlerden sağ çıkma olasılığı daha fazla. Geniş coğrafi sınırlara sahip olan bir tür, bütün yumurtalarını tek bir sepette toplamıyor demektir. Eğer bir yaşam alanı yok olmuşsa, o tür başka bir yaşam alanında hayatta kalabilir.
Kutup ayıları ve pandalar dar coğrafi sınırlar içerisinde olduklarından tehlikedeler. Boz ayılar ve kızıl tilkiler geniş coğrafi sınırlar içerisinde yaşadıklarından tehlikede değiller. İnsanlar bütün kıtalarda, okyanusta bulunan adalarda; çöl, tundra ve yağmur ormanları gibi farklı bölgelerde yaşadığı için ‘‘bütün memeliler arasında en geniş coğrafi sınırlar içerisinde yaşayan tür’’ unvanına sahip.
Sadece her yerde olmakla kalmıyoruz, aynı zamanda sayıca fazlayız. 7,8 milyar nüfusla dünyada sayıca en fazla olan hayvanlarız. İnsanların biyokütlesi bütün vahşi memelilerin toplam biyokütlesinden daha fazla. Olası bir küresel salgın veya nükleer savaş, insan nüfusunun %99’unu ortadan kaldırsa bile, geriye kalan birkaç milyon insan tekrar hayat kurabilir.
Bunlara ek olarak, insanlar genelcidir. Dinozorları öldüren asteroid çarpmasından kurtulan türler nadiren tek bir besin kaynağına bağlıydı. Bunlar hepçil memeliler, timsahlar ve Chelydra serpentina gibi her şeyi yiyen yırtıcı hayvanlardı. İnsanlar, binlerce çeşit hayvan ve bitki türü tüketebiliyor. Mevcut besin kaynağına bağlı olarak otçul, balıkobur, etobur veya hepçil beslenebiliyoruz.
Ama en önemli nokta, diğer türlerin DNA ile çevreye uyum sağlarken insanlarin öğrenilmiş davranışlarla çevreye uyum sağlamasıdır. Biz hayvanız, memeliyiz ama ilginç ve özgün bir türüz. Farklıyız.
Genlerimizin değişimi nesiller boyunca sürmüyor.
İnsanlar zekâlarını, kültürlerini ve aletlerini dakikalar veya yıllar içerisinde davranışlarına adapte edebilir. Balinaların yüzgeç, sivri diş ve sualtı radarı geliştirmesi milyonlarca yıl sürdü. İnsanlar bin yıl içerisinde oltaları, tekneleri ve balık bulucuları icat etti. Kültürel evrim, viral evrimi bile geçiyor. Viral genler günler içerisinde evrim geçiriyor. Oysaki birine ellerini yıkamasını söylemeniz sadece bir saniye sürüyor.
Kültürel evrim, genetik evrimden daha hızlı olmakla birlikte farklı da. Doğal seçilim, çevreye körü körüne uyum sağlamayan, bilinçli olarak çevresini ihtiyaçlarına göre değiştiren ve akıllı tasarım yapabilen bir hayvan yarattı. Atlar bitki tüketebilmek için öğütücü azı dişi ve komplike bağırsak sistemi geliştirdi. İnsanlar bitkileri evcilleştirdi sonra, ormanları ekim alanı yapmak için temizledi. Çitalar avlarını yakalamak için hız geliştirdi. Ayrıca insanlar, koşmayan inekler ve koyunlar yetiştirdi.
O kadar özgün bir şekilde uyum sağlayabiliyoruz ki, kitlesel yok oluşa sebep olabilecek bir felaketten sağ çıkabiliriz. Bir asteroid çarpmasından on yıl önce verilecek uyarı sayesinde insanlar, o süre zarfı boyunca hayatta kalmalarına yetecek kadar yemek depolayabilir ve nüfusun çoğunu kurtarabilirler. Buzul çağı gibi daha uzun süren felaketler, geniş alana yayılmış çatışmalara ve ani nüfus azalmalarına sebep olabilir ama uygarlıklar yine de hayatta kalabilir.
Ama bu uyum yeteneği bizi kendimize düşman ediyor, kendi iyiliğimiz için çok zekiyiz. Dünyayı değiştirmek, onu bazen olumsuz yönde değiştirmek ve yeni tehlikeler yaratmak demek: nükleer silahlar, kirlilik, aşırı nüfuslanma, iklim değişimi, küresel salgınlar. Dolayısıyla bu riskleri nükleer anlaşma, kirlilik denetimi, aile planlaması, ucuz güneş enerjisi kullanımı ve aşı üretimi gibi yöntemlerle azalttık. Kendimize kurduğumuz bütün tuzaklardan kurtulduk. Şimdiye kadar.
BİRBİRİNE BAĞLANMIŞ DÜNYA
Bir parçası olduğumuz bu küresel toplum içerisinde birbirimizi desteklemek için belli yöntemler icat ettik. Dünyanın bir ucunda bulunan insanlar, dünyanın diğer ucunda yardıma muhtaç insanlara para, eğitim, yemek ve aşı desteği yapabiliyor. Ama birbirine bağlanmışlık ve birbirine bağlılık başka sorunları meydana getiriyor.
Uluslararası ticaret, seyahat ve iletişim dünyanın farklı bölgelerinde bulunan insanların birbirleriyle bağlantı kurmasını sağlıyor. Böylece Wall Street’teki finansal oyunlar Avrupa ekonomisini çökertiyor; bir ülkede uygulanan şiddet, dünyanın öbür ucunda bulunan ülkelerde tehlikeli aşırıcılığın ortaya çıkmasını sağlıyor; Çin’de bir mağarada bulunan virüs, milyarlarca hayatı tehdit ediyor.
Bu durum bize sınırlı bir iyimserlik sunuyor. İnsanlar, 250.000 yıldan fazla bir süre hayatta kaldı ve bu süre zarfı içerisinde buz devirlerinden, savaşlardan, küresel salgınlardan ve volkan patlamalarından sağ çıktı. Yani kolaylıkla bir 250.000 yıl kadar daha hayatta kalabiliriz.
Bunlara ek olarak, bazı olumsuz görüşler de var.
Bunlardan en öne çıkanı ise doğal veya beşeri felaketlerin genel sosyal düzenin ileride bozulacağı. Bu demek ki, bütün uygarlıklar yok olacak ve böylece insan nüfusunun son derece az olduğu kıyamet sonrası bir dünya oluşacak. Bunlara rağmen hayatta kalan insanlar, ‘‘Mad Max’’ filmindeki gibi kıyamet öncesi dünyadan kalan kalıntıları temizleyecek, belki de geçim tarımına ve avcı-toplayıcı hayata geri dönecek.
Hayatta kalma düşüncesi çıtaları azaltıyor. Asıl mesele insanların 3000 veya 300.000 yıl sonra hayatta olup olmayacağı değil, insan olarak hayatta kalmaktan daha fazlasını yapıp yapamayacağımız.
Eren Güneysu