363 yılının haziran ayında; morali bozulmuş ve yorgun Roma ordusu, günümüzün Irak sınırları içerisinde bulunan Sasani İmparatorluğu topraklarında ilerliyordu.
Mezopotamya yazının bunaltıcı sıcağı altında geri çekilen ordunun kaynakları tükenmek üzereydi. Sürekli Sasani akıncılarının oklarına hedef olan askerler, yavaş ilerleyen katırları yüzünden zor durumdaydı.
Sütun halinde ilerleyen askerler, Sasani İmparatorluğu’nun başkenti Tizpon şehrini kuşatmaktan ve savaş emellerinden vazgeçtikleri için Dicle Nehri kıyısında kuzeye doğru, güvende olabilecekleri Roma İmparatorluğu topraklarına ilerliyorlardı.
Askerlerin başındaki İmparator Flavius Claudius Julianus (yani Julianus), cephe gerisinde gerçekleşecek başka bir saldırıya dair uyarı almıştı.
Julianus, zırh giymeye zaman ayırmadan askeri sütunun arkasına doğru döndü. Yakın dövüşen askerlere hücum etti. Ve hemen ardından çatışma başladı. Sasani atlıları ve filleri Roma hattının içine girmişti.
Sol kanattaki askerler Sasani saldırısından kaçmıştı. Julianus, askerleri tekrar bir araya getirdi. Sasaniler, Romalıların bir araya geldiğini görünce geri çekilmeye karar verdi. Julianus, bir grup Romalı süvariyle beraber Sasanilerin üzerine hücum ederken Julianus’un korumaları ona askerleri geri çekmesini söylüyordu.
Hücum eden Romalılar ok yağmuruna tutuldu. Bu karmaşa içerisinde; bir mızrak, imparatorun alt kaburga kemiğini delip midesine saplandı. Kılıcını yere düşürdü ve mızrağı çıkarmaya çalışırken parmaklarını kesti. Bilincini kaybedip atından düştü. Üç gün sonra yırtık böbrek sebebiyle öldü. Öldüğünde henüz 31 yaşındaydı.
Cesurluk ya da delilik olsa da Julianus’un yaptığı son hareket, tarihçileri ‘‘Acaba olmasaydı neler olurdu ?’’ diye düşündüren anlardan biri. Julianus, Roma İmparatorluğu’ndaki son pagan imparatordu ve 20 aylık hükmü sırasında ülkesindeki Hristiyan egemenliğini yıkmaya başlamıştı.
Cumhurbaşkanlarının kilisenin dışına çıkıp; ellerinde İncil tutup poz verdikleri zamanlarda yaşadığımızı göz önünde bulundurursak, Julianus yaşasaydı tarihin ne kadar farklı olacağına dair ancak varsayımlarda bulunabiliriz.
Filozof Kral
Julianus, yüzyıllardır kötü bir üne sahip. İçinde büyüdüğü Hristiyan inancını terk ettiği için Hristiyan tarihçiler tarafından ‘‘Dönek Julianus’’ lakabıyla kötülendi.
Ama Julianus’u kahramanlığıyla veya zekâsıyla değerlendirecek olursanız, seçkin imparatorlardan biri olduğunu fark edersiniz. Kendisi cesur bir savaşçı ve müthiş bir komutandı. Ayrıca yetenekli bir devlet adamı, prensip sahibi bir reformist ve önemli bir filozoftu.
Marcus Aurelius, büyük filozof-savaşçı kral ilan edilmişken, Julianus olağanüstü kişiliğine ve kısa süren hayatı boyunca elde ettiği başarılara rağmen halk tarafından unutulmaya yüz tutmuş.
Julianus, Hristiyanlığı benimseyen ve yarı-resmi devlet dini ilan eden ilk Roma hanedanlığı olan Konstantin hanedanlığına doğdu. Kendisi ilk Hristiyan imparator Büyük Konstantin’in yeğeniydi. Konstantin 337 senesinde öldüğünde, Konstantin’in oğulları arasında taht kavgaları başladı.
Julianus’un kuzeni II. Konstantius, geriye kalan aile fertlerini acımasızca ortadan kaldırarak nüfuzunu arttırmayı hedeflediği için Julianus’un annesini ve babasını öldürttü.
Yetim Julianus’un ve üvey kardeşi Gallus’un hayatı bağışlandı. İkisi de kamusal yaşamdan ihraç edildi. Bu sırada Konstantius ve kardeşi Konstans, Roma topraklarını aralarında paylaştılar.
Konstantius, oğlu olmadığı ve kardeşi Konstans 351 yılında bir gaspçı tarafından öldürüldüğü için Gallus’u tahtın mirasçısı olarak tayin etti.
Gallus doğuda despot (imparatorluğun komutan muavini) olarak hüküm sürdü ama yetersizdi ve rağbet görmüyordu. Acımasız Konstantius, Gallus’un sadakatsizliğinden şüphelendiği için onu İtalya’ya geri çağırttı ve idam ettirdi. Böylece Julianus, Konstantin soyundan kalan tek erkek oldu.
Eşi Eusebia’nın sevki üzerine Konstantius, tahtın muhtemel varisi Julianus’u bağışladı. Fakat Gallus’un aksine Julianus, tahta geçmeye uygun gözükmüyordu. Filozofik eğilimleri vardı. Bir Yunan filozofu gibi sakal bırakıyordu ve pejmürde kıyafetler giyiyordu.
Julianus sürgündeyken Hristiyan olarak büyütüldü ve piskoposlardan Hristiyan eğitimi aldı. Germen bir köle olan koruması Mardonius sayesinde Antik Yunan kültürüne merak sardı. Üvey kardeşi Gallus kana susamış bir despot olarak hüküm sürerken, Julianus Nikomedya ve Atina’da felsefe öğrenimi görüyordu.
Büyük Konstantin, Milvian Köprüsü Savaşı’nda topyekûn güç kazandı. Savaşın arifesinde Hz. İsa’yı gördüğü ve Konstantin’in emri üzerine askerlerinin kendi kalkanlarına Khi-Rho haçı çizdiği rivayet edilir. İmparatorun ölüm döşeğinde dinini Hristiyanlığa değiştirdiği düşünülür. Varisleri bu inancı Roma İmparatorluğu’nda daha da güçlendirdi. Resim: Milvian Köprüsü Savaşı, Giulio Romano (1520-24)
Galya’da Despot
355 yılında İmparator Konstantin, kendi kız kardeşlerinden birini Julianus ile evlendirdi ve Julianus’un askeri dövüş ve komutanlık eğitimi almasını sağladı. O yılın kasım ayında Julianus’u Germen kabilelerin saldırısı altında olan Galya eyaletine despot olarak atadı.
Sıkıntılı bir bölgeyi yönetmenin ve Germen krallara karşı Batılı bir orduyu kumanda etmenin Julianus’u imparator adayına dönüştüreceğini umuyordu.
Julianus, olağanüstü bir askeri lider ve yetkin bir yönetici olduğunu kanıtladı. Galya’yı ilgilendiren mevzularıyla son derece ünlü oldu. Bunlar, Julianus’u denetlemekle görevli Vali Florentius’un rezil olması ve imparatorun kıskançlığıydı.
Julianus, Ren Nehri kenarında bulunan kaybedilmiş Roma kolonilerini (Colonia Agrippina, yani günümüzün Köln şehri dahil ) tekrar ele geçirdi. Germen istilacılarıyla olan mücadelelerinin dönüm noktasında, Germen Kralı Chnodomarius’u Strasburg Savaşı’nda yendi ve esir aldı.
Julianus, bu savaşı 13.000 kişilik ordusuyla, kendi ordusunun üç katı olan Germen ordusuna karşı kazandı.
Roma askerleri, aralarında kaçanlar olsa da Germen askerlerini Ren Nehri’ne doğru ittirdi ve onları orada boğdular veya katlettiler. Chnodomarius askerlerini terk etmeye çalıştı. Ama Julianus’un adamları tarafından yolu kesildi ve Konstantius’a zincirler içerisinde bir hediye olarak yollandı.
Savaş alanında bulunmamasına rağmen Konstantius, zaferi resmi olarak sahiplendi.
Fakat Julianus, Galya sınırlarını güvence altına almıştı ve eyaletin sadakatini kazanmıştı. Julianus’un ününden rahatsız olan Konstatius, Julianus’un Galya’daki generalleriyle ve yöneticileriyle iletişime geçmesini engellemeye çalıştı.
359 yılında II. Şâpûr tarafından yönetilen Sasani İmparatorluğu, Roma İmparatorluğu’na karşı saldırılar düzenlemişti. Konstantius, Antakya’da bir ordu oluşturmak için doğuya gitti.
Savaşı belki de Julianus’un askeri pozisyonunu zedelemek için bir fırsat olarak görüp Julianus’un Galyalı askerlerinin yarısının kendi ordusuna katılmasını istedi. Fakat Julianus’a değil, Julianus’un generallerine bu istekte bulundu.
Asya’da dövüşmek için memleketini terk etmek istemeyen Galyalılar, isyan başlattılar. Paris’te toplandılar ve Julianus’u kendilerine imparator olarak önderlik etmesi için Paris’e çağırdılar. Genç despot onları sakinleştirmeye çalıştı ama Frenk usulüyle (kalkanını kaldırarak) kral ilan edildi.
Başta imparator olmaya isteksiz gibi görünse de genç despot, kuzeninden intikam almayı ve tahta geçmeyi uzun zamandır düşünüyordu. Sonuç itibariyle, ordusunun isteklerini kabul etti ve kendini imparator ilan ederek iç savaş başlattı.
Artık Julianus ayaklanmayı yönetiyordu ve ailesini öldürdüğüne inandığı adam tarafından halk düşmanı ilan edilmişti. Konstantius, son derece üstün bir orduyla imparatorluğunun batı tarafını kurtarmak için doğudan geliyordu.
İmparator Konstantin
Alçakgönüllü Bir İmparator
Julianus, kardeşiyle aynı kaderi paylaşıyordu. İmparatorla daha edepli bir şekilde konuşabilmek için onu korkuttuğuna inandığını sonra açıkladı. Ama kaderin cilvesi Julianus’un hayatını kurtardı ve ona bir imparatorluk verdi: imparator dönüş yolunda ateşli bir hastalıktan ölecekti.
Konstantius’un hayatta olan tek erkek akrabasını tahtın mirasçısı yapmaktan başka seçeneği yoktu. Julianus tek imparator ilan edildi ve o zamanlarda Roma İmparatorluğu’nun başkenti olan İstanbul’a utkuyla vardı.
Kısa bir zaman zarfı içerisinde imparatorluk mahkemesi adına birtakım şaşırtıcı değişiklikler ve ıslahatlar gerçekleştirdi. Konstantin saltanatındaki müsriflikten, aşırı bürokrasiden ve yolsuzluktan iğreniyordu.
Yüzlerce devlet memurunu işten kovdu ve İstanbul’dan imparatorluğa yapılan merkezi kontrolü sonlandırmak için ıslahatlar yaptı. Şehirlerde ödenen ağır vergileri azalttı ve toprak vergilerindeki borçları kaldırdı.
Kendisinden önce gelen imparatorların aksine Julianus, imparatorluğu bir diktatör gibi yönetmek istemedi ve hâkim olan imparator kavramını, hukuka bağlı olarak, ‘‘eşit olanların başı’’ olmak üzere değiştirdi. Julianus, ilk Roma imparatoru Augustus gibi senatoda sık sık siyasetçi olarak tartıştığı için, yani kendisini mahkeme üyeleriyle aynı kefeye koyduğu için mahkeme üyelerini bir hayli şaşırtmıştı.
Bu yönetim şekli 362 yılına göre eskiydi. Diocletianus’un hükmünden beri (284-305), imparatorlar kendilerini doğunun kralları; güçlü, korkutcu ve saltçı diktatörler, tanrılar olarak görüyorlardı.
Roma Senatosu’nun gücü, bakanlar kuruluna kıyasla azdı. Julianus’un mütevazı yöneticiliği ve duruşu Roma İmparatorluğu’nun ikinci yüzyıldaki doruk noktasına, yani Nera-Antonine hanedanlığı (Nerva, Trajan, Hadrianus, Antonius Pius ve Marcus Aurelius) dönemine dayanıyordu.
Elbette bunu kasten yapıyordu. Julianus iyi bir tarih eğitimi almıştı ve amacı imparatorluğu iyi yönetim ile eski ihtişamına kavuşturmaktı.
361 yılının kış mevsiminde kendisinden önce gelen imparatorları bir popülarite yarışmasında tanrılar tarafından değerlendirildiği komik bir marş besteledi. Julianus, felsefe aşklarıyla bilinen Marcus Aurelius’u ve Hadrian’ı örnek aldığını belirtiyordu.
Julianus’un hikâyesine göre, Marcus Aurelius cennete yargılanmaya çağırıldığında olanlar şöyle:
‘‘aşırı derecede asil görünüyordu, çalışmalarının etkisini gözlerinin ve kaşlarının ifadesinden anlayabilirdiniz. Görünüşü anlatılamayacak derecede güzeldi çünkü görünüşünü umursamıyordu ve sade giyiniyordu; uzun bir sakalı vardı, kıyafetleri süssüzdü. Az beslendiğinden vücudu ışık gibi parlak ve saftı.’’
Dini Reform
Julianus’un dini ve felsefi düşünceleri günümüzde bile kendisinin çok tartışılan biri olmasına sebep oldu. Hristiyan olarak büyütülmüş olsa da gizlice eski pagan geleneklerini benimsemişti.
Neoplatonist filozoflar Plotinos’tan ve Iamblichus’tan etkilenen Julianus, güneş tanrısı Helios’u bütün varoluşun kalbindeki tek varlık olarak, yani Neoplatonik düşüncedeki ‘‘Tanrı’’ olarak görüyordu ve ona tapıyordu. Hristiyanlık inancındaki tanrı dahil, her tanrının bu tek tanrıdan doğduğuna inanıyordu.
Zalimliklere rağmen Konstantin öncesi Roma İmparatorluğu’nda, şaşırtıcı bir şekilde, dinsel hoşgörü vardı. Farklı inançlara sahip insanlara Roma İmparatorluğu’nda yer veriliyordu. Ancak devlet güvenliği tehdit altında olduğu zaman bu insanlara eziyet ediliyordu.
Hristiyanlığın zulmedilmesinin sebebi, başka inançlardaki tanrıları inadına reddetmesiydi. Hristiyan ‘‘ayrıcalığı’’ tanrıları sinirlendirerek uğursuzluk getirebilecek bir çeşit ruhsal terörizm olarak görülüyordu. Yine de Hristiyanların zulmedilmesi düzenli olan bir şey değildi.
Roma’da düzinelerce, belki de yüzlerce tanrıya tapılıyordu. Devletin şüpheyle yaklaştığı; İsis, Yehova ve Mithras gibi tanrılara hürmet eden doğu inançları için bile sunaklar ve tapınaklar vardı.
Hristiyanlığın başarılı olmasının en temel sebeplerinden biri, hiyerarşik ve dinsel yapısıydı; atanmış piskoposlar, diyakozlar ve rahipler sayıca artan takipçi sürülerine öncülük ediyordu.
Yasaklandığında bile gizlice yayılmaya devam etti, özellikle güzel bir ahiret hayatı vaat etmesi yoksulları cezbediyordu.
Julianus, mirasçısı olduğu Konstantin saltanatının varlığını ve gösterişçi zenginliğini reddetti. Ayrıca kendisinin sakalı vardı ve bu o zamana göre kültür karşıtı bir jestti. Fotoğraf: Carole Raddato, Tangeren’deki Julianus Heykeli
Julianus’un amcası Büyük Konstantin Hıristiyanlığı benimsedi.
Julianus’un amcası Büyük Konstantin, manevi nedenlerden ziyade pratik nedenlerden ötürü Hristiyanlığı benimsedi. Bu inanç, kendi askerleri dahil, halkın alt kesimlerinde öylesine kök salmıştı ki, belki kendisi iç savaşta güç kazanmak için bu inancı benimsemekten başka bir seçenek olmadığını düşündü.
313’te Milan Bildirisi, Hristiyanlığı meşrulaştırdı ve 324’te ise fiilen devlet dini ilan edildi. Bu da Konstantin imparatorlarının hüküm sürmesi için sağlam bir altyapı oluşturdu. Hristiyan inancının hoşgörülü olmaması, diğer inançların düzenli olarak arındırılmasına sebep oldu.
Pagan tanrılarına adanmış sunaklar ve tapınaklar ya kiliselere çevrildi ya da yıkıldı. Konstantinler, Roma İmparatorluğu’ndaki bütün kutsal pagan objelerini yağmaladılar. Bazı Tanrı heykelleri parçalanıp, Konstantin kafaları eklenmek üzere Yunanistan’dan alındı.
Julianus’un günahı ise eski dinsel hoşgörüyü geri getirmek istemesiydi. 361 yılında dinsel hoşgörüyü geri getirecek bir bildiri yayınladı, böylece Roma vatandaşları inanç özgürlüğüne sahip oldu. Bütün pagan dinleriyle birlikte, Hristiyanlığın bütün türlerine de hoşgörü gösterildi.
Adilliğiyle öne çıkan bir hareket olmakla beraber, Constantius’un zulümlerine karşı Julianus’un paganlığının töresel üstünlüğünü gösterdiği için kurnaz bir hareketti. Julianus şunları yazdı:
‘‘ Hristiyanların benden önceki imparatora kıyasla, bana karşı daha büyük yükümlülükleri olduğunu düşünmüştüm. Onun hükmü sırasında birçoğu sürgün edildi, zulme uğradı, hapsedildi ve sözde kâfirlerin birçoğu idam edildi […] bunların hepsi benim hükmümde değişti; sürgün edilenlerin geri dönmelerine izin verildi ve el konulan bütün malların hepsi sahiplerine geri döndürüldü.’’
Julianus, Hristiyanlık inancına kazandırılan kayırmacılığı da sonlandırdı.
Din adına yapılan devlet primleri ( en azından pagan tapınaklarındaki hazineler yağmalandığında yarı yarıya ödeme yapılırdı) sonlandırıldı. Ve piskoposlara otomatikman kazandırılan idari otorite kaldırıldı.
Ayrıca Hristiyan öğretmenlerin Antik Yunan ve Roma metinlerini öğretmesini yasakladı. Böylece Hristiyanlığın, eğitim sistemi üzerindeki hâkimiyetini yıkacaktı.
Hristiyanlığa anlayış gösterdi ve Hristiyanlara eziyet çektirmek için herhangi bir girişimde bulunmadı ( kendisinden önce gelen Roma imparatorları gibi ). Ama bu sırada, Hristiyanlığı hor gördüğünü açıkça belirtiyordu.
Hristiyanlık hakkında bildiklerini Galililere Karşı isimli kitabında kullanarak bu inançtaki tutarsızlıkları ve çelişkileri belirtti. Evrensel din savlarını çürütmek ve dinin başlangıcının imparatorluğun durgun zamanlarında gerçekleştiğini vurgulamak adına Julianus, Hristiyanlara ‘‘Galililer’’ olarak hitap etti.
Yalanlamalarının züppe ve ukala tavırlı olması, onun Hristiyanlığı aşağılamasının temelinde entelektüelliğin yattığı düşüncesine ters düşüyor.
Homer’in ve Platon’un metinlerine kıyasla, Hristiyan dinin ve metinlerinin daha sönük kaldığını düşünüyordu. İncil’deki kutsal metinlerin basit ve bayağı bir Yunanca ile yazıldığını ve Roma İmparatorluğu’nun edebiyat ve felsefe adına altın bir çağdan mahrum bırakıldığını iddia ediyordu.
Kiliseyi ne kadar eleştirmiş olsa da, kilisenin başarılı örgütlenmesinden ilham alıp pagan dinleri için benzer bir yapı oluşturmaya çalıştı.
Ayrıca, pagan tapınaklarını kullanarak hayır kuruluşları oluşturmaya çalıştı çünkü Hristiyan hayır kuruluşlarının paganları kiliseye çekmesinden yakınıyordu. Kendi sözleriyle bu durumu şöyle ifade etmişti: ‘‘Çörekler çocukları nasıl cezbediyorsa, kilise de paganları öyle cezbediyordu.’’
Eski pagan usullerini tekrar hayata geçirme girişimi, Hristiyanlığın sağlam bir şekilde yerleştiği doğu şehirlerinde pek başarılı olmadı. Antakya’da belli bir süre ikamet etmeye karar verdiğinde Hristiyan halk onu hoş karşılamadı.
O zamanlar filozof-kral münzevi bir hayat yaşıyordu; sakalı, bekârlığı, küçük heyeti ve yalın tarzı, imparatorların gösterişçiliğine alışmış halkı etkilemeyi başaramadı.
Doğu’da Savaş
Dini reformları kök salmadan önce Julianus, kuzeninin yapamadığını gerçekleştirdi: 95.000 kişiden ve 1100 nehir gemisinden oluşan bir orduyla Sasani İmparatorluğu’na doğru ilerledi.
Julianus’un neden savaşmayı seçtiği belirsiz ama kaybedilmiş Roma topraklarını tekrar ele geçirmesi imparatorluğun doğusundaki ününü arttırırdı.
Julianus başlangıçta başarılıydı. Ordusuyla, Pers kuvvetlerini birkaç çatışmada ve kuşatmada kolaylıkla alt üst etti. Tarihçi Edward Gibbon’a göre Julianus, düşmanlarına karşı anlayışlıydı ve askerlerine saygı duyan bir yoldaştı.
‘‘Romalılar suyla kaplı ve düz zeminli bir ülkede ilerlerken, hükümdarları onların yorgunluğunu paylaştı ve onlara canlılık verdi. İş gücü gerektiren her şeyde, Julianus gayretle ve hızlıca yardım etti. Böylece, imparatorun mor kıyafetleri ıslandı, kirlendi; ortalama bir askerin kıyafeti de.’’
Fakat ciddi ölçüde korunaklı ve iyi stoklanmış başkent Tizpon’a ulaştıklarında, şehri ele geçirmek için yeteri kadar donanımlı olmadıklarını fark ettiler. Güya Julianus’a binlerce askerle yardım edecek Ermeni Kralı Titranus ona ihanet edince işler daha da kötüleşti.
1.Şâpûr’un başında olduğu büyük Sasani ordusu sayıca fazlaydı ve kuşatmayı durdurmak için geri dönüyordu. Sonuç olarak, Julianus’un ordusu iki kanatta savaşmak zorunda kaldı.
Sasanilerin eline geçmesin diye Julianus kendi gemilerini yaktırttı ve çatışma başlatmak için ordusuyla beraber Sasani bölgesinin içlerine doğru ilerliyordu.
Julianus’un bunalmış ordusu kırlara doğru ilerlerken, Şâpûr akıllıca saklanıyordu. Şâpûr’un güçleri ovalara akın etti, imparatorun kaynaklarını azaltmak için sığırları uzaklaştırdı ve ekinleri yaktı. Edward Gibbons bu durumu ‘‘dumanlar altında ve kuru çölün verdiği melankoli vardı Julianus’un yüzünde,’’ sözleriyle ifade ediyor.
Şartlar kötü olduğu için Julianus’un generalleri onu pes etmeye ve kuzeye çekilmeye teşvik etti. Bunaltıcı sıcak ve açlık askerlerini bayıltıyordu. Romalıların geri çekildiğini gören Sasaniler, geri çekilen orduya eziyet vermek için, arkalarından Şâpûr’un oğullarının başında olduğu büyük bir ordu gönderdi. Julianus ölümcül yarasını Samarra Taaruzu’nda almıştı.
Ölmek üzere olduğunun farkında olan Julianus, sadık askerlerine uzun bir veda konuşması yaptı:
‘‘Vicdan azabı çekmeden ölüyorum çünkü suç içeresinde yaşamadım. Özel hayatımın masumiyetine değinmekten memnunum ve özgüvenle teyit ederim ki, üstün otorite saf ve kusursuz kalacak şekilde korundu. Despotluğun kötü ve zararlı kurallarından iğrendim ve halkın mutluluğunu dikkate aldım.
İhtiyat, adalet ve itidal kanunlarınca faaliyetlerimi sunarak sonucu Tanrı’nın takdirine bıraktım. Halkın refahı barış ile tutarlı olduğu sürece, istişarelerimin amacı her zaman barış oldu. Fakat ülkenin otoriter sesi beni orduya çağırdığında, savaşta öleceğimi bilerek kendimi savaşın tehlikelerine maruz bıraktım.’’
Ordusu Dicle Nehri civarında kapana kısılmışken Julianus ölmüştü. Nehrin karşı tarafına geçmenin bir anlamı kalmamıştı. Romalıların etrafı sarılmıştı ve hızlıca katlediliyorlardı. Düşmanının besin kaynağının tükendiğinin belki de farkında olmayan Şâpûr, barış antlaşması yapmak üzere temsilcilerini yolladı. Julianus’un komutasını alacak General Jovian, Pers Kralı’nın zaferiyle sonuçlanan ağır bedelli ve aşağılayıcı antlaşmayı kabul etti. Persliler son kez Romalıların emellerine karşı koydu.
On yıllar sonra, I.Theodosius pagan dini törenlerini yasakladı ve Hristiyanlığı devlet dini ilan etti. Julianus’un inanç özgürlüğünü sağlama ve Roma’yı eski değerlerine kavuşturma çabası sonlandırıldı.
Hristiyanlığın yerini Julianus’un Helios inancının alması pek mümkün değildi. Ama Perslileri yenseydi veya hayatta kalsaydı, Roma’daki kültürel ve dini hoşgörüyü tekrardan sağlayabilirdi.
Piskopos Gregory’ye göre Julianus, Hristiyanların umursamazlığına verilen ilahi bir cezaydı. Başka bir piskoposa göre Hz. İsa, Julianus’un öldürme emrini bizzat kendisi vermiş ve bu görev Aziz Mercurius tarafından gerçekleştirilmiş.
Yüzyıllar geçtikçe, Julianus hakkında hayalperest hikâyeler yayılmaya başladı.
Azizlere kendisinin bizzat işkence edişi bunlardan biriydi. Burada asıl olan, işkence görmek isteyen Hristiyanların cezalandırılmasını reddetmesinin onun kötü niyetine kanıt gösterilmesiydi. ‘‘Şeytan’ın Papası’’ ve ‘‘İkinci Nero’’ gibi unvanlarla lanetlendi. Ama kendi yazdıkları ve önyargısız kaynaklar incelendiğinde karşımıza merhametli ve idealist, belki de kendi halinde bir filozof çıkıyor:
‘’İnsanları mantık aracılığıyla ikna etmeliyiz. İnsanlara mantık aracılığıyla öğretmeliyiz. Tokatlarla, hakaretlerle veya fiziksel şiddetle değil. Kanaatimce aptalları cezalandırmamalıyız, onlara öğretmeliyiz.’’
Julianus’un ölümünden beri, Roma Hristiyanlığı kendisine tehdit olabilecek kültürel ve felsefi unsurları zaman içerisinde eledi. Kitaplar yakıldı, kâfirler idam edildi, tapınaklar tahliye edildi ve heykeller yıkıldı. Yahudi karşıtlığı ve ‘‘kan iftirası’’ diye bilinen mit kök saldı.
Dinsel parçalanma, şiddetli savaşlara yol açtı. ‘‘Hiçbir vahşi hayvan, Hristiyanların başkasına olduğu kadar tehlikeli değildir,’’ Julianus’un Hristiyanların teolojik kavgaları üzerine yaptığı bir espriydi. Aslında bir nevi haklıydı.
Pagan dünyasından bu kadar fazla eski metnin günümüze ulaşmış olması bir mucize. Platon’un eserleri Hristiyan düşünürleri tarafından uygun görülmeseydi, büyük ihtimalle günümüze ulaşmazdı. Günümüzde turistlerin görmeye can attığı Pantheon Tapınağı, kilise olarak kullanıldığı için günümüze ulaştı. Diğer tapınaklar ortadan kaldırıldı.
Hristiyan Avrupası karanlık çağlara girmişken, Hristiyanların aksine İslam dünyasında dini anlayışa sahip hilafetler ortaya çıktı ve bunlar altın çağını yaşadı. Hristiyan Avrupası, ancak Rönesans’ta eski metinler yeniden keşfedildiğinde ve takdir edildiğinde aydınlanma çağına girdi.
ABD ve Fransa gibi modern devletler; kilisenin, devletin ve inanç özgürlüğünün birbirlerinden ayrılmasını eski dünyaya (anlayışın ve mantığın hâkim olduğu bir dünyaya), son temsilcisinin Julianus olduğu bir dünyaya borçlu.
Eren Güneysu