Şimdiye kadar keşfedilmiş en şok edici tıbbi “tedavilerden” birinin garip hikayesi –sıtma ile enfekte kanın beyne enjeksiyonu. Nöroşirurji dergisinde yer alan yeni bir makale, şimdiye kadar icat edilen en tuhaf ve şok edici tıbbi prosedürlerden birine ışık tutmaktadır. Bu rahatsız edici makale İsveç Umeå Üniversitesi’nden Patric Blomstedt’ten geliyor.
Blomstedt, kelimenin tam anlamıyla “beyne sıtma koymak” anlamına gelen “beyinsel impaludasyon” adlı bir tekniğin hikayesini anlatıyor. 1930’larda 1,000’den fazla kişi üzerinde gerçekleştirilen bu operasyonda, sıtma enfeksiyonu bulunan bir kişiden gelen kan, talihsiz hastanın ön loblarına doğrudan enjekte edildi.
İlginizi çekebilir: Dünyanın ilk sıtma aşısı, binlerce çocuğun hayatını kurtarabilir
Beyne sıtma enjekte etme’nin Hikayesi

Neden birisi böyle bir prosedürün hayalini kurar ki? Hikaye, Avusturyalı bir doktor Julius Wagner-Jauregg’in, bir sıtma nöbetinin beynin ileri sifiliz (frengi) enfeksiyonu olan hastalarda iyileşme sağlayabileceğini keşfettiği 1918’e yılına kadar uzanıyor. Nörosifiliz, o zamanda başka türlü tedavi edilemezdi ve kaçınılmaz akıl hastalığı, psikoz ve ölüme yol açtı.
Wagner-Jauregg bu tehlikeli ama etkili tedaviden ötürü Nobel Ödülü’nü kazandı.
Şimdi, sıtma tedavisinin işe yaramasının nedeninin sıtmanın yüksek ateş ürettiği ve sifilitik bakterilerin hayatta kalabilmesi için çok yüksek sıcaklıklar oluşturduğu düşünülmektedir.
Ancak, Wagner-jauregg hastalarının beynine sıtma enjekte etmedi. Beyinsel impaludasyonun icadı Fransız psikiyatr Maurice Ducosté’un sayesinde olmuştu.

Ducosté ilk kez 1932’de beyinsel impaludasyon tekniğinin ayrıntılarını yayınladı. Ancak o zamana kadar yüzlerce operasyon gerçekleştirmişti bile. Ducosté’nin hastalarının tümünde sifiliz yoktu: Ciddi akıl hastalıkları olan kişiler üzerinde denemeye istekli görünüyordu:
İlginizi çekebilir: İnsanlık Tarihini Şekillendiren Yıkıcı Bulaşıcı Hastalıklar
Bu yöntemi felçlilere uygulamadan önce [ör. son evre sifiliz vakaları], şizofren, ensefalitik, akıl hastalarında birçok defa kullanmıştım. Neredeyse 5 yıldan beri, hastaların ön loblarına yüzlerce çeşit serum enjeksiyonu yaptım. Bazıları arka arkaya 12 enjeksiyon aldı. Sıtmalı kanın yanı sıra, Ducosté, deneklerinin beyinlerine başka “serumlar” da enjekte etmeye çalıştı. Kullandığı serumlar arasında difteri antitoksin; “eşit miktarda kan ve tetanoz toksin” karışımı; ve hatta yılan ısırığı için bir tedavi olan anti-kobra bile vardı.
Ducosté, prosedürünün sifiliz vakalarında oldukça etkili olduğunu iddia etti. Hatta, insanların hiç olmadıkları kadar sağlıklı ve akıllı bir şekilde kalmalarını sağlayabileceğini de belirtmişti:
Beyne yapılan enjeksiyon, düşünsel yetileri harekete geçirir, karakteri değiştirir, dinçlik ve kuvvet sağlar; bu iyileşmiş felçlilerin çoğu, hastalıklarından önce güvenmeye cesaret edemeyecek pozisyonlarda bulunuyor; pek çoğu, enerji ve aktiviteyle dolu birer sporcu oldular; aralarında yıllardır güçsüz olan belirli bir sayı, mükemmel şekilli çocukları üretti.
Görünen o ki, beyne enjeksiyon zihinsel duyuları uyarıyor, karakteri değiştiriyor, dinçlik ve kuvvet sağlıyor: bu tedavi edilmiş felçlilerin çoğu, hastalıklarından önce bir kişinin onlara güvenmeye cesaret edemeyeceği pozisyonları iş
Ancak, sifilitik olmayan hastalıklarda o kadar da etkili olmadığını itiraf etti.
Peki beyinsel impaludasyona ne oldu?

Ducosté’nin prosedürle ilgili çalışması 1940’ta sona ermiş gibi görünüyor. Fransa ve yurtdışındaki bir avuç başka psikiyatr da bu prosedürü denediler, fakat hiç popüler olmadı. Bununla birlikte, Blomstedt, Ducosté’nin dünya çapında kabul edilen bir operasyon olan prefrontal lobotominin gelişimine ilham vermiş olabileceğine dair kanıtlara işaret ediyor.
1932 yılında Ducosté Paris’te düzenlenen bir tıp konferansında yer aldı ve Portekizli psikiyatr EGAS Moniz’in hemen ardından bir konuşma yaptı.
Birkaç yıl sonra, Moniz lobotiminin babası olarak ünlendi. Tedavi edici lezyonlara yol açmak için prefrontal loblara saf alkol enjekte edilmesini içeren bir prosedür oluşturdu. Moniz, Ducosté’ den hiçbir zaman atası olarak bahsetmedi, ancak Blomstedt bir bağlantının muhtemel olduğunu söylüyor.
Aslında Ducosté’nin kendi prosedürünün enjeksiyon alanlarında beyne zarar verdiği bilinmektedir. Bu yüzden Ducosté bir anlamda zaten lobotomi yapıyordu. (Lobotomi, lökotomi olarak da bilinen beyin cerrahisi işlemidir.) Ducosté’nin serumlarının yerine kullanılan tek şey Moniz’in alkol içeren serumlarıydı.
Bugün bizler, kimsenin insan vücudunun herhangi bir bölgesine böylesine tehlikeli maddeleri enjekte etmeyi düşünmediği bir çağda yaşadığımız için sadece şükredebiliriz.
Ayhan Mete GÜNAY