Su altında terk edilmiş olan 10 yerleşim yeri

Hayatlarımız için şehirler   ve kasabalar çok büyük öneme sahiptir. Ticaret merkezleri, toplum ve sanat merkezleri olan bu yerler, heyecan verici şeylerin gerçekleştiği ve ilerleme kaydedebildiğimiz mekanlardır. Uzun zamandır bütün medeniyetler, Roma, Londra ve Paris gibi güçlü şehirler tarafından yönlendirildi.

Fakat bazen, şehirler, tabiat anayla çatışma noktasına gelebiliyor. Şehirler doğal afetlerin çoğuna karşı direnç sağlayabilir, ancak metrelerce suyun altına gömülmek genellikle ölüm cezasıdır.

Öte yandan su altında kalmak, gelecek nesiller için şehrin kalıntılarını açık havaya göre çok daha iyi koruyabilir ve genellikle “Doğu’nun Atlantisi” olarak adlandırılan Çin’deki ShiCheng gibi muhteşem şekilde korunmuş görkemli anıtlara neden olur.

Diğerleri için işler bu kadar iyi gitmez. Eski sakinleri, şehirlerinin kuma gömülmelerini ya da denizin onları yavaşça geri almasını izlerler.

10. Thonis – Heracleion

Thonis – Heracleion bugünlerde pek bilinmemekle birlikte antik dünyanın en önemli şehirlerinden biriydi. Birçok antik Yunan hikayesinde öne çıkan bir şehir olmuştur;mesela Herakles’in Afrika’ya ilk ayak bastığı yer olarak bilinmektedir.

O zamanlar eski Mısır ‘daki en önemli şehirlerden de biriydi; uluslararası deniz ticaretinin merkezi ve birçok farklı geçmişten ve milletten insanın eviydi.

4.000 yılı aşkın bir geçmişte kuruldu ve bin yılın üzerinde Mısır’a ticaret başkenti olarak hizmet verdi. Tabiri caizse kültürel bir karışım kabıydı. Suya batık kentin derinliklerinde, hem Helenik hem de Mısır sanat akımlarını barındıran heykellerin yanı sıra Yunan ve Mısır zırhı ve silahları da bulundu. Aynı zamanda, yeni Yunan Ptolemaios hanedanının, sanatta Mısırlılar gibi ilahlaştırıldığı ve tasvir edilmeye başlandığı bir yer olan dini birleşme merkezi idi.

Birçok yönden, günümüz Venedik ’ine benziyordu: Şehir, büyük ölçüde Mısır kıyılarının ıslak bir ovasında bir dizi küçük ada üzerine inşa edildi. Çoğunluk olarak kıyı şehriydi, suyolları ve kanallarla çevrelenmiş, gemilerle dolu bir yerdi.

Ve aynı Venedik gibi, yavaş yavaş batıyordu. M.Ö. 2. yüzyılın sonlarına doğru, toprak suya boyun eğdi ve şehrin büyük bir kısmı sıvı hale geldi ya da denize gömüldü. MS 800 civarında bütün şehir sulara gömülüp unutulana kadar önemsiz bir köy olarak varlığını sürdürdü.

9. Port Royal

İngilizler, Jamaika’yı İspanyollardan aldıklarında onun kasten korsanların eline geçmesine izin verdiler. İspanyol Adaları ile çevrili bu yerde  yaşayan korsanlar zamanlarını İngilizlerinkinden ziyade İspanyol gemilerini yağmalamak için harcıyordu ve adadaki silahlı adamların varlığı İspanyolların onu fethetmesini engelliyordu. Adadaki en büyük yerleşim yeri olan Port Royal şehri kısa sürede korsan cenneti haline geldi.

Port Royal, dünyanın en kötü şehri olarak biliniyordu. Hem ticaretin hem de korsanlığın merkezi olan bu yerde, birçok kişi oldukça zenginleşti. Bu kötü yollardan elde edilmiş servet, şehrin namına katkıda bulunan sarhoşları, fahişeleri ve  yozlaşmış tüccarları bu şehre çekiyordu.

Hükümetin bu şehirdeki kontrolü o denli azdı kişehre yeni gelenler buldukları herhangi bir toprak parçasına evlerini istedikleri gibi inşa edebiliyorlardı. Neredeyse hiç yol ya da taş bina yoktu. Bu sebepledir ki 1692 yılında bir deprem meydana geldiğinde tüm şehir neredeyse tamamen yıkıldı.

Bugünlerde, bir balıkçı kasabasından çok da fazlası değil, ancak kasabanın eski binalarından düzinelercesi hala suyun altında görülebiliyor. Yerliler onu dünya standartlarında bir turizm merkezine dönüştürmeyi hayal ediyorlar. Ancak devlet desteği olmadan yapabilecekleri şeyler çok kısıtlı.

8. Ontario ’nun Kayıp Köyleri

1950’lerde ABD ve Kanada, Büyük Gölleri Atlantik’e bağlamak ve gemilerin Minnesota’ya kadar olan bölgelere ulaşımını sağlamak için ortak bir proje başlattı. Bu Saint Lawrence Denizyolu projesi, 1954’te başladı ve 1959’da bitmişti. Büyük bir başarıydı ama bir sorun vardı: bu projenin gerçekleşmesi, dokuz Kanada köyünün su altında kalmasına neden olmuştu.

Aultsville, MapleGrove, Wales, SantaCruz, Dickinson’sLanding, Farran’s Point, Moulinette, Mille Roches ve Sheek’s Island toplulukları Kanada’nın 2. Otoyoluyla (sonradan yaylalara doğru inşa edilmek zorunda kalındı) birlikte sular altında kaldı. Ontario’nun bu bölümü Kanada’daki en eski yerleşim yerlerinden biriydi. Köylerin çoğu 1700’lerde, bazıları ise Amerikan yerlilerinin eski yerleşim yerlerinin üzerine inşa edilmişti.

Avrupalıların gelişinden önce, bölgenin çoğu Mohawklarındı. Toplamda 6.000’den fazla kişi ve 500’den fazla bina yeni planlanan şehirlere taşındı. Vaat ettikleri şeyin aksine, insanlaryeni evlerinin, vazgeçmek zorunda bırakıldıkları eski evleriyle aynı değerde olmadığından şikayet etmişlerdi.

Bugün, köyler bir bütün halinde ancak ulaşılamazlar çünkü yoğun bir nakliye rotasının dibinde batık bir haldeler. Ancak zaman zaman özellikle sular alçak olduğunda, suyun altında onları görebiliyoruz.
Kayıp köyler konusunda özellikle en rahatsız edici olan şey, son zamanlarda meydana gelmiş olması.Yani bu köylerde hala yaşamın olduğu ve oralarda günlük hayatlarını devam ettiren insanların yer aldığı birçok fotoğrafı web yardımıyla bulabilirsiniz.

7. Neapolis

Neapolis şehri, Temmuz 365’te bir tsunamiye maruz kaldığında Tunus’taki en önde gelen Roma şehirlerinden biriydi.Bu afet, İskenderiye kentinde sahile doğru ciddi zararlar vermekle birlikteNeapolis’in yıkımına yol açtı.1.700 yıl boyunca kayıp olan şehir neyse ki, yedi yıllık araştırma ve arkeologların aramalarıyla 2017 yazında yeniden keşfedildi.

Neapolis, bir Roma kenti olmasına rağmen, Kartaca Savaşlarında Kartaca’nın yanında durdu. Bu durum, RomalılarınNeapolis’i kayıtlarından çıkarmasına yol açtı. Neyse ki arkeologlarınuzun zamandır tahmin ettikleri gibi, kentin büyük ve gelişmiş olduğu ortaya çıktı.

Sokak ve anıtların kalıntıları, Neapolis’in oldukça gelişmiş olduğunu kanıtladı. Balık bazlıgarumsosu üretiminde kullanılan 100’den fazla tankın keşfedilmesi, kentin baskın endüstrisini ortaya koydu. Garum, Roma İmparatorluğu genelinde endüstriyel ölçekte üretilen bir Roma yemeğiydi, ancak arkeologlar, Neapolis’in her yerden fazla garum ürettiğini düşünüyorlar.

6. Vilarinho Da Furna

Yerlilerin geleneğine göre, Vilarinho da Furna ilk yüzyılda Visigotik bir kabile tarafından kuruldu.1970’lerin sonlarında bile, birkaç yüz kişilik bu küçük köy hala eski bir Visigotik demokratik sistemi kullanıyordu; kasabada her ailenin bir oy hakkı vardı. Birlikte, kasabanın evli erkeklerinden altı ay süreli görev yapacak olan bir lider seçiyorlardı.

Köyün etrafındaki arazileri bir baraja dönüştürmek 1950lerin başlarında planlanmaya başlanmıştı.Hükümet, 1967’de işlemlere başlamadan önce birçok test ve anket yaptı.

Köy halkı 1970 yılında uyarıldı ve 1971’de, kamyonlarla eşyalarını taşıyabilecekleri bir yol inşa ettikten sonra hepsi tahliye edildi. İnsanlar, evlerinin çatılarındaki kiremitleri bile yanlarına aldılar. Son kişi köyden ayrıldığında, evlerin çoğu iskelet olarak kalmıştı.

Bugün Vilarinho da Furna’yı bu kadar etkileyici yapan şey, köyün su seviyelerinin düştüğü yaz aylarında sudan çıkıyor olmasıdır. Turistler, eski kentin barajın içinden  çıktığını görmeye ve Vilarinho da Furna’nın Eski Sakinleri Derneği’nin yaptığı baskılar sonucu kurulan sualtı müzesini ziyaret etmeye geliyorlar. Şimdilerde dünya çapında tanınan bir yer.

5. Capel Celyn

CapelCelyn’in son sakinleri,1962’de taşındı. 1965’de yeni LlynCelyn barajı açıldı ve köy sular altında kaldı.

Açılış töreninin 45 dakika sürmesi gerekiyordu. Ancak, daha ilk üç dakika içinde, bazı yerliGalliaktivistler, mikrofon kablolarını kestiler, yakındaki bir tepeden aşağı inerek kalabalık seyirci topluluğunu oradan uzaklaştırdılar. Yıllarca beklemiş olan öfkenin patlama noktasıydı bu.

1950’lerde Liverpool, İngiltere’nin en sağlıksız şehirlerinden biriydi ve yeni bir su kaynağına dehşet bir ihtiyaç duyuyordu. İlk araştırmalardan sonra, CapelCelyn’i çevreleyen vadinin şehrin su ihtiyacını karşılamak amacıyla yeni bir baraj inşa etmek için iyi bir yer olabileceği saptandı.

Ne yazık ki, vadi Galler’debulunmaktaydı ve Liverpool ise İngiltere’de bulunmaktaydı. Vadinin derinliklerinde sadece 67 sakini olan birGal köyü vardı. Liverpool Belediye Meclisi bunun bir sorun olmayacağını düşündü ve plana devam etti.

Tartışma yaratacak olan şey, yerel Gal konseyinden doğrudan izin istemek yerine direkt Parlamento Meclisiyle anlaşarak plan için izin almış olmalarıydı. Tasarı Parlamentodan geçtikten sonra, bir arazi satın alma emri çıkardılar ve barajı inşa etmeye başladılar.

Bu hareketlenme, Galler’deki birçok kişiyi  kızdırdı ve Galler Milliyetçi Partisi Plaid Cymru’ya üyelikler çoğaldı. Protestolar Galler’de ve hatta bazen Galli protestocuların yerlilere tükürdüğü ve küfrettiği söylentileriyle Liverpool sokaklarında bile yapılabiliyordu.

Üç genç Galli, şantiyeye bir bomba yerleştirdi ve patlattı. Sonuçlanan davalarına, eylemlerini destekleyen birçok Galli eylemci katıldı.

Aktivistlerin en iyi çabalarına rağmen, plan devam etti ve CapelCelyn sakinleri yeni mülklerine taşınmak zorunda bırakıldı. Ancak, kentin sular altında kalması, Galler milliyetçiliğinde belirgin bir artışa neden oldu ve “Tryweryn’i hatırla” sözü bugün hala Galler’de kullanılmakta.

Buna karşılık hükümet, Galler’de endüstriyel işler için daha fazla finansman sağlamak ve ilk Galce Dil Yasası dahil olmak üzere birkaç girişimde bulundu.

4. Graun

Birinci yüzyılın ilk yıllarında, Romalılar Alpler’de bir vadiye yerleşti. Bu küçük köy Graun olarak tanındı. Ortaçağ döneminde kasabada büyük bir kilise inşa edildi. 700 yıl sonra bugün bile o kilise halen ayakta; ancak şu an kasaba evleriyle çevrili olmak yerine etrafı sular ile kaplı.

Buranın eskiden 200 evden oluşan bir köy olduğuna kanıt olarak yalnızca kilisenin çan kulesi kalmış. 1939’da İtalyan Montecatini şirketi bir hidroelektrik barajı inşa etme planı yaptı. Bölge iki tane görece küçük göl içeriyordu.Ancak onlar,  aralarında uzanan vadiyi su ile doldurup daha büyük bir göl yaratmayı planladılar. Bunun bölgeye yetecek kadar güç üretmesi umuluyordu.

Yerel direniş, daha önceki yıllarda Alpler’de benzer bir projenin iptalini sağlamıştı ve yerliler bunu tekrar yapma niyetindelerdi. Bu arada, İtalya II. Dünya Savaşı’na girdi. Proje bir sürelik rafa kaldırıldı. Savaş bittikten sonra, projeyi daha güçlübir şekilde geri getirdiler ve plan hayata geçirildi: Köy ve çevresi 1950’de sular altında kaldı.

Soğuk ortamı nedeniyle, göl kışın donarak turistlerin buzun üstünden yürüyüp eski çan kulesine dokunmalarını sağlıyor. Yerli halk, bazı geceler çan seslerinin geldiğini söylüyor ancak çanlar 1950 yılının Temmuz ayında kaldırıldı.

Gölün kendisi yaklaşık 22 metre (72 ft) derinlikte ve eski kalıntıları görmek için dalış yapılabilir. Ancak ne yazık ki, böyle bir dalış büyük olasılıkla yasal olmayacaktır.

3. Potosi

1985 yılında Venezuela hükümeti de yerleşmiş halkın bulunduğu birvadiyi su ile doldurup bir hidroelektrik barajı inşa etmeyi planladı. Diğerlerine kıyasla bu işi daha kolay bir şekilde hallettiler.

Dönemin başkanı Carlos AndresPerez,helikopterle  kasabaya giderek yerlilere arazilerinin kamulaştırılacağını ve bölgeden ayrılmak zorunda olduklarını söyledi. 1.200 bölge sakini, aileleri ve arkadaşları ile birlikteVenezuela’nın başka yerlerinde yaşamak için dağıldılar ve kasabanın çoğu yıkıldı.

Uzun süre, kasabadan geriye kalan tek kanıt, kilisenin su yüzüne çıkan ve yerel halk tarafından yüksek su seviyesi anlamına çan kulesi idi.

Bu, Venezuela’nın şiddetli bir El Nino etkisinde kaldığı 2010 yılına kadardı. Bu etki ülkenin çoğunu vuran kuraklığı tetikledi. Rezervuar suyu seviyesi 30 metre (98 ft) düşerek Venezuela genelinde enerji sorunlarna neden oldu.

Ancak bu, aynı zamanda mezarlık da dahil olmak üzere bütün kilisenin, birkaç eski ev ve kasaba meydanının hep birlikte bir kez daha kuru olması anlamına geliyordu. Kasabanın eski sakinlerinden bazıları, eski evlerini ziyaret etme fırsatını yakaladı ve kuraklık sona erdiğinde bir kez daha sular altına gömülmeden önce yuvalarını onore ettiler.

2. Petersburg

StromThurmond Gölü (diğer adıyla ClarksHill Gölü), bugünlerde Gürcistan’da turistler ve yüzücüler arasında popüler bir destinasyondur. Ancak onun hakkında bilinmeyen şey; bir zamanlar orada gelişmekte olan Petersburg şehrini sularının altında gizlemesidir.

Petersburg, BroadRiverValley bölgesinin gelişen tarla ekonomisinden faydalanmak için 1786’da DionysiusOliver tarafından kuruldu. Hızlı bir şekilde tütün endüstrisinde kilit nokta ve gönderilerin denetlendiği ana yerlerden biri oldu.

1801’e gelindiğinde Gürcistan’ın üçüncü büyük şehriydi. Ziyaretçiler, onu, popülerliğini artırmak için daha fazlasını yapan ve ticaret ve kültür merkezi olan yakışıklı bir şehir olarak nitelendirdiler.

Hayatın kolay olduğu bir şehirdi ancak kaderi bir dönem ön planda olan tütün tarlalarına bağlıydı. 1810’da pamuk endüstrisi bayrağı devraldı ve Petersburg düşüşe geçti.

Kasaba, 1844’te postanesini kaybettiği zaman neredeyse terk edilmiş gibiydi. 1952’de ABD Ordusu Mühendisler Birliği, vadiyi bir göl oluşturmak için doldurmaya başladığında kasaba tam anlamıyla terk edildi ve unutuldu.

Yerliler, doğal olarak, 2002 yılındaki kuraklıkta şehrin su yüzüne çıkmasıyla şok oldular. Su normal yüksekliğine dönmeden önce eski çitler, çanak çömlek parçaları ve evlerin temelleri günlerce açıktaydı.

Kasaba o zamandan beri sıcak hava dönemlerinde birkaç kez ortaya çıkmaktadır. Bu dönemlerde ürkütücü viktoryen görünümüyle tam anlamıyla bir turist merkezi haline geliyor.

1. Shi Cheng

Geçmişte, Çin,  kamu işleri projeleri için çok sayıda insanı oradan oraya götürmesinden dolayı eleştiriliyordu.Qiandao Gölü’nün oluşturulması, bazıları nesiller boyunca o bölgede yaşayan ailelere sahip olan 300.000’den fazla insanın taşınmasını gerektiriyordu.

Ancak bu operasyonun en büyük trajedilerinden biri, en az 1500’lere hatta muhtemelen yüzyıllarca öncesine kadar uzanan etkileyici anıtlara sahip eski bir Ming şehri olanShiCheng imparatorluk şehrinin kaybı oldu. Şehir, 208’den beri oradaydı. Bölge 1959’da sular altında kaldı ve şimdi o şehir 40 metre (130ft) derinliğinde bir gölün dibinde yatıyor.

Kent, Çin hükümetinin kalıntıları araştırmak ve geriye kalanları keşfetmek için 2001 yılında organize ettiği dalışa kadar unutulmuş durumdaydı. Sular onları şaşırtmak için eski taş binaları son derece iyi korumuştu.

Her zamanki toprak, rüzgar ve yağmur erozyonundan korunan şehir, şimdi neredeyse sular basmadan önceki hali gibi görünüyor. ShiCheng, Çin genelinde İmparatorluk Dönemine ait en iyi korunan eser koleksiyonlarından biri konumundadır.

2011 yılında, şehrin geçmişte nasıl göründüğünü yeniden yaratmaya yönelik bir proje, halkın ilgisini daha da arttırdı. Bugün tecrübeli dalgıçlarla birlikte grup halinde inip “Doğu Atlantis” ini şahsen görmek için birkaç proje var.

Bu keşif dalışları hala revaçtadır. Gölün tabanının haritaya dökülmesinin devamıyla birlikte dalgıçlar birkaç tarihi ilgi alanı daha tespit ettiler.

Editör / Yazar: Meltem ARSLANER

Bir cevap yazın

Avatar photo

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

    “Quark Füzyon” Nükleer Füzyondan Sekiz Kat Daha Fazla Enerji Üretiyor

    Yapılan Yeni Bir Çalışmada İnsan Yumurtalarının Spermi Seçebildiği Gösterildi