İnsanların sık sık CΟVlD-19’u karşılaştırdığı önceki pandemiler ; 1918 salgını (ispanyol gribi) , Kara Veba – hıyarcıklı veba (1342-1353), Justinianus Veba Salgını (541-542), arkeologlara çok uzun zaman gibi görünmüyor.
Yüzyıllar hatta binlerce yıl önce yaşamış insanları düşünmeye alışkınız. Doğrudan iskeletler üzerinde bulunan kanıtlar, bulaşıcı hastalıkların bir tür olarak başlangıcından beri bizimle birlikte olduğunu gösteriyor.
Biyoarkeologlar, eski zamanlarda bulaşıcı hastalıkların nasıl ortaya çıktığı ve yayıldığı hakkında daha fazla bilgi edinmek için iskeletleri analiz ediyor.
- İlk insanların sosyal davranışlarının özellikleri hastalıkların gelişmesine nasıl izin verdi?
- İnsanlar hastalara nasıl bakmaya çalıştı?
- Bireyler ve tüm toplumlar kendilerini ve başkalarını korumak için davranışları nasıl değiştirdi?
Bunları bilmek, bilim insanlarının CΟVlD-19’un neden bu kadar küresel bir yıkıma yol açtığını ve bir sonraki pandemiden önce nelerin yapılması gerektiğini anlamalarına yardımcı olabilir.

Uzun zaman önceki hastalıklar hakkında ipuçları
Biyoarkeologlar, özellikle yazılı kayıt bırakmayan önceki kültürler için bunları nasıl bilebilir? Okuryazar toplumlarda bile, daha yoksul ve marjinalleştirilmiş kesimler hakkında nadiren yazı yazılırdı.
Çoğu arkeolojik ortamda, atalarımızdan geriye kalan tek şey iskelettir.
Frengi, tüberküloz ve cüzzam hastalığı gibi bazı bulaşıcı hastalıklar için, bir iskeletin kemiklerindeki işaretlerin yeri, özellikleri ve dağılımı, enfeksiyonun ayırt edici “ patognomonik ” göstergeleri olarak hizmet edebilir. (Patognomonik: Belirli bir hastalık)
Çoğu iskeletlerin hastalık belirtisi spesifik değildir, yani bugün biyoarkeologlar bir bireyin hasta olduğunu söyleyebilir, ancak hangi hastalıktan olduğunu söyleyemez. HIV ve CΟVlD-19 gibi veba ve viral enfeksiyonlar da dahil olmak üzere bazı hastalıklar iskeleti hiçbir zaman etkilemez. Ve hızla öIdüren hastalıkların kυrbanlarının kemiklerinde iz bırakmak için yeterli zamanı yoktur.

Belirgin kemik değişikliklerinin ötesinde belirli hastalıkların kanıtlarını ortaya çıkarmak için biyoarkeologlar, genellikle genetikçiler veya parazitologlar gibi diğer uzmanların yardımıyla çeşitli yöntemler kullanırlar. Örneğin, bir kişinin pelvisinin çevresinden bir mezarda toplanan toprağı analiz etmek, tenya ve yuvarlak solucan gibi bağırsak parazitlerinin kaIıntılarını ortaya çıkarabilir. Genetik analizler, hala eski kemiklere ve dişlere yapışmış bulaşıcı patojenlerin DNA‘sını da tanımlayabilir.
Biyoarkeologlar ayrıca bir gencin dişlerinin ve kemiklerinin ne kadar gelişmiş olduğuna veya bir yetişkinin iskeletinin ömrü boyunca ne kadar dejenere olduğuna bağlı olarak öIüm yaşını tahmin edebilir. Ardından demograflar, salgın hastalıklarda öIen popülasyonlar için yaş profilleri çizmemize yardımcı oluyor. Çoğu bulaşıcı hastalık, bağışıklık sistemi en zayıf olanları, genellikle en çok gençleri ve yaşlıları orantısız bir şekilde etkiler.
Örneğin, Kara ÖIüm (Kara Veba); 14. yüzyıl mezarları, Kara ÖIüm kυrbanları için olmadığını bildiğimiz mezarlıklarda bulunan tipik yaş dağılımlarını gösterir. Buna karşılık, 1918 İspanyol gribi salgını olağandışıydı, çünkü en güçlü bağışıklık sistemlerine sahip olanları, yani sağlıklı genç yetişkinleri vurdu.
Bugün CΟVlD-19 ayrıca yaşlı ve savunmasız insanları ve belirli etnik grupları hedef alarak hastalıktan öIme olasılığı en yüksek olanların tanınabilir bir profilini bırakıyor.

Atalarımızın kaIıntılarından geçmişte hangi enfeksiyonların olduğunu öğrenebiliriz, ancak bu bize enfeksiyonların kōkeni ve evriminin büyük resmi hakkında ne söylüyor? Arkeolojik ipuçları, araştırmacıların sosyoekonomik organizasyon, çevre ve teknolojinin özelliklerini yeniden yapılandırmasına yardımcı olabilir. Ve bu risk faktörlerindeki varyasyonların, hastalıkların zaman içinde, dünyanın farklı bölgelerinde ve hatta aynı toplumlarda yaşayan insanlar arasında nasıl değişmesine neden olduğunu inceleyebiliriz.
Bulaşıcı hastalık ilk adımını nasıl attı?
İnsan biyolojisi kültürü karmaşık şekillerde etkiler. Bedenlerimizin hızlı kültürel değişimlere ayak uydurması zor olsa da kültür biyolojiyi de etkiler. Örneğin, 20. yüzyılda, yüksek oranda işlenmiş fast food, birçok insan için daha dengeli ve sağlıklı bir diyetin yerini aldı. İnsan vücudu evrimleştiği ve farklı bir dünya için tasarlandığı için, bu beslenme değişikliği diyabet, kalp hastalığı ve obezite gibi hastalıkların artmasına neden oldu.
Paleoepidemiyolojik açıdan, türümüzün tarihindeki en önemli olay çiftçiliğin benimsenmesiydi. Tarım, yaklaşık 12.000 yıl önce başlayarak dünyanın çeşitli yerlerinde bağımsız olarak ortaya çıktı.
Bu değişiklikten önce insanlar, tek hayvan arkadaşları olarak köpeklerle birlikte avcı-toplayıcı olarak yaşıyorlardı. Çok aktiflerdi ve protein ve lif bakımından yüksek, kalori ve yağ bakımından düşük, dengeli, çeşitli bir beslenme şekilleri vardı.
Bu küçük gruplar, vahşi hayvanları avlarken ve zaman zaman birbirleriyle kavga ederken parazitler, bakteriyel enfeksiyonlar ve y∂raIanmalar yaşadılar. Ayrıca aşırı ∂şιnma, plak ve periodontal (Dişler ve çevresindeki) hastalık da dahil olmak üzere diş problemleriyle uğraşmak zorunda kaldılar.

Bununla birlikte, avcı-toplayıcıların çok fazla endişelenmesine gerek olmayan bir şey, geniş bir coğrafi bölgede insandan insana hızla hareket edebilen öIdürücü bulaşıcı hastalıklardı. İnfluenza virüsü gibi patojenler, küçük, hareketli ve sosyal olarak izole edilmiş popülasyonlar tarafından etkili bir şekilde yayılamadı ve hatta korunamadı.
Tarımın ortaya çıkışı, yakınlarda yaşayan daha büyük, yerleşik insan popülasyonlarıyla sonuçlandı. Bu yeni ortamda yeni hastalıklar gelişebilir. Tarıma geçiş, çocukların yaklaşık %30’unun veya daha fazlasının 5 yaşından önce öIdüğü yüksek çocuk öIüm oranı ile karakterize edildi.
Milyonlarca yıla yayılan evrimsel bir tarihte ilk kez, farklı memeli ve kuş türleri yakın komşular haline geldi. İnsanlar yeni evcilleştirilmiş hayvanlarla yaşamaya başladıklarında, daha önce vahşi hayvanlarla sınırlı olan ancak şimdi insanlara sıçrayabilen zoonoz adı verilen yeni bir hastalık grubunun yaşam döngüsüne dahil edildiler. (Zoonoz omurgalı hayvanlardan insanlara geçen (zooantroponoz) ve insanlardan omurgalı hayvanlara geçen (antropozoonoz) herhangi bir enfeksiyon hastalığını tanımlayan terimdir. Birçok ağır ve önemli hastalık bu kategoridedir.)
Tüm bunlara, kötü temizlik koşullarının ve yetersiz beslenmenin stresini, ayrıca özellikle de kentsel topluluklar arasındaki gōç ve ticaret yoluyla uzak topluluklar arasındaki artan bağlantıların ve bulaşıcı hastalık salgınlarının ilk kez ele alınmasını sağladı.
Hastalığın küreselleşmesi
İnsanlık tarihindeki daha sonraki olaylar da hastalıkla ilgili büyük epidemiyolojik geçişlerle sonuçlanmıştır.
10.000 yıldan fazla bir süredir Avrupa, Orta Doğu ve Asya halkları, çevrelerinde belirli zoonozlarla birlikte evrim geçirdi. İnsanların temas halinde olduğu hayvanlar yöreden yöreye değişiklik gösteriyordu. İnsanlar uzun süreler boyunca belirli hayvan türleri ile birlikte yaşadıklarından, yerel zoonozlara karşı bağışıklık direncinin yanı sıra bir simbiyoz (Ortak yaşam) gelişebilir.
Modern tarihin başlangıcında, Avrupa imparatorluklarından insanlar, yanlarında evrimleşmemiş gruplar için yıkıcı olan bir dizi “Eski Dünya” hastalıklarını da alarak dünyayı dolaşmaya başladılar. Avustralya, Pasifik ve Amerika’daki yerli popülasyonların bu yeni patojenlere biyolojik olarak aşinalıkları yoktu. Bağışıklık olmadan, birbiri ardına salgın bu grupları perişan etti. Mortalite (ÖIüm oranı) tahminleri %60-90 arasında değişmektedir.

İskeletlerdeki, mumyalardaki ve geçmiş insanların diğer kaIıntılarındaki hastalıkların incelenmesi, pandemilerin kōkenini ve evrimini yeniden yapılandırmada kritik bir rol oynamıştır, ancak bu çalışma aynı zamanda trepanasyon (baş deIgi ameIiyatı), diş hekimliği, ampūtasyon gibi tıbbi müdahaleler ile birlikte protezler, bitkisel ilaçlar ve cerrahi aletler de dahil olmak üzere öz duyarlık ve bakımın kanıtlarını sağlar.
Diğer kanıtlar, insanların kendilerini olduğu kadar başkalarını da hastalıktan korumak için ellerinden gelenin en iyisini yaptığını gösteriyor. Belki de en ünlü örneklerden biri, 1665’te Londra’da bir vebanın daha fazla yayılmasını önlemek için kendini tecrit (soyutlama) etme konusunda özverili bir karar veren İngiliz köyü Eyam’dır.

Diğer çağlarda, tüberkülozlu insanlar sanatoryumlara yerleştirildi, cüzzamlı insanlar özel hastanelere kabul edildi veya adalarda ya da uzak bölgelere ayrıldı ve vebalar geldiğinde şehir sakinleri şehirlerden kaçtı.
Dünya bir başka pandemi ile karşı karşıya kalırken, arkeolojik ve tarihi kayıtlar, insanların binlerce yıldır bulaşıcı hastalıklarla yaşadığını hatırlatıyor. Patojenler medeniyetin şekillenmesine yardımcı oldu ve insanlar bu tür krizler karşısında dirençli oldular.
Written by Charlotte Roberts, Professor of Archaeology, Durham University; Gabriel D. Wrobel, Associate Professor of Anthropology, Michigan State University, and Michael Westaway, Australian Research Council Future Fellow, Archaeology, School of Social Science, The University of Queensland