atlantis

Arkeologlar Atlantis’i Neden Aramıyorlar?

Bade Sungur
Okuma süresi 6 Dakika
Platon'un “Timaeus” ve “Critias” diyaloglarında adı geçen muhtemelen efsanevi bir ada ulusu olan Atlantis, yaklaşık 2.400 yıldır batılı filozoflar ve tarihçiler arasında bir hayranlık konusu olmuştur.

İnsanlar mistik “kayıp” şehri aramakta neden bu kadar ısrarcılar?

Eğer Atlantis’i bulmak için yola çıktıysanız siz bir arkeolog değilsiniz. Peki ama neden? Çünkü Atlantis hiçbir zaman var olmadı! Ve bu durum şimdiye kadar insanlıktan saklanmış bir şey de değil.

İyi de o zaman insanlar (bilim insanları da dahil) neden bu mistik “kayıp” şehri bulmakta bu kadar ısrarcılar?

Neden Atlantis?

atlantis nerde
Platon’un Critias’ı, Atlantis’in hikayesini büyükbabasından duyduğunu anlatır.

Atlantis dünya üzerinde herkesin dilinde dolaşan nadir hikayelerin arasındadır. Atlantis yıllardır kayıp olan Ütopya’yı temsil eder. Ve adı ününe yakışır şekilde gizli bilgi, kayıp cennet, destansı doğal afetler ve macera anlamlarına gelmektedir.

Hiç düşündünüz mü, ortaya çıktıktan birkaç sene sonra heyecanını yitiren gizemlere karşı neden Atlantis yıllara meydan okumuş? Pek çoğunuz yıllar öncesinden ağızdan ağıza dolaşarak büyüyüp geldiğini söyleyeceksiniz. Doğru. Ama eksik. 2400 yıl önce Yunanistan’da Plato Atlantis’i ortaya çıkarmış. Ancak o zamanlar insanlar Atlantis’i böylesine büyüleyici görmüyorlardı. Ancak 1800’lerin sonlarında Atlantis, “Efsanevi Atlantis” haline geldi. Atlantis efsanevi sınırlara ulaşsa da, maalesef efsane kriterlerini sağlamıyor.

Arkeolog Flint Dibble, IFLScience’da “Bence bunun bir parçası, orada bir gizem olduğu fikridir. Arkeolojinin gizemleri çözdüğüyle alakalı bir yanılgı var, aslında biz bunu yapmıyoruz. Bence bu gizem Atlantis’i fazlaca romantikleştiriyor.” diyor.

Alberta Üniversitesi’nde arkeoloji doktora öğrencisi olan Stephanie Halmhofer ise Plato’nun Atlantis’ten küçücük paragraflarda bahsettiğini söylemiştir. Bu da Atlantis’in nasıl bu denli ünlü hale geldiğini anlamakta güçlük çekmemize sebep oluyor.

Ayrıca Stephanie “Plato’nun resmettiği şehir gerçekten inanılmaz bir yer. Devasa saraylar ve her yerde altın, gümüş ve yunus heykelleri… Yani, bunu gerçek olmasını kim istemez ki? Bazen Atlantis’in bir Ütopya olmasına üzülüyorum. Bu yeri keşfettiğinizi düşünsenize.” diyor.

Stephanie’nin araştırma alanları arkeoloji ve komplo ideolojileri üzerine odaklanıyor. İnsanların zorluk çektiği kargaşa yaşadığı zamanlarda daha kolay komplo teorileri üretip bunlara düşeceğini düşünüyor.

“İnsanlar için gerçek olsa da Atlantis gerçeklikten kaçmanın mükemmel bir yolu gibi. İnsanların buranın gerçek olmasını istemelerini anlıyorum.”

Ve Flint de “Büyük bir felakette yok olan medeniyetin hikayesi. En azından Plato’nun betimlemesi bu. Ve hepimizin bildiği gibi böylesine felaketler çok ses getiriyor.” diye söyledi.

“Hepimiz iklim değişikliği, nükleer silahlar ve bunlar gibi felaketlerin bulunduğu bir dönemde yaşıyoruz. Bu da felaket senaryolarını insanlar için daha çekici hale getiriyor.”

Plato’nun Mükemmel Atlantis’i

Plato MÖ 360’ta ideal devlet ve emperyalizmin tehlikelerini kanıtlamak için Atlantis’ten bahsetmiş. Ve aslında bahsedilen Atlantis bir Ütopya değilmiş. Atina’dan çok önce var olan kurgulanmış bir Atina’ymış.

Planton’un kurgusuna göre, Atlantis en gelişmiş uygarlıklardan biriymiş.

Ancak bu gelişmişlik Atlantis’i açgözlü bir canavara çevirmiş ve etrafındaki uluslara karşı emperyalist bir savaş saçmış. Kendisinden daha küçük olan Atina’yı yenerek zaferi açgözlü ellerine almış. Ancak savaştan sonra büyük felaketler Atlantis’i sallamaya başlamış. Depremler, seller… Ve Atlantis denizin dibine doğru batmış.

Flint, “Atlantis Cumhuriyet’in devamı niteliğinde, Plato’nun Devletinde, Plato kendi ideal siyasi sistemini geliştirir ve bu ülkeyi ileriye taşır. Timaeus ve Critias diyaloğunda geçen Atlantis hikayesinin amacı budur. Bu şekilde Cumhuriyet’in daha politik bir savaş durumunda nasıl hareket edeceğini imgelemektedir.”

Sizin de aklınızda dolanan soru şu olmalı: Açgözlü bir canavar olan Atlantis için yıllar sonra ne değişti de mükemmel adam rolüne büründü?

kayıp şehir atlantis
Kayıp Şehir Atlantis!

Atlantis’in Gerçekliği

19. yüzyıla kadar Plato’nun insanlığa anlatmak için kurguladığı bir hikaye olduğuna inanıldı. Ancak sonrasında 1888’de Madame Helena Blavatsky, The Secret Doctrine adlı çalışmasında görünmez denizanalarından, gözleri başlarının arkasında bulunan lemurlardan, Venüs’ten gelecek bir medeniyetten ve tabii ki de insanlığın yedi kök ırkından biri olan Atlantis’lilerden bahsetmiş.
1882’de Ignatius Donnelly, Atlantis: The Antediluvian World aslı çalışmasını yayınladı. Çalışmada tabii ki de Atlantis’in gerçekten var olduğunu kanıtlama çabası ana konuydu. Hatta Plato’nun yazdığı o küçücük paragraftan çıkardığı ipuçlarını (!) takip ederek dünyadaki eski uygarlıkların kaynağı olduğunu yazıyordu.

Flint bunlar için “modern mitoloji” demiştir. O dönemlerde tarihçiler ve filozoflar olsa da ortada arkeologların olmadığından dolayı konuyu ne kanıtlayabildiklerini ne de reddedebildiklerini söylüyor Flint. Ayrıca 150 sonraki arkeolojik kanıtların da bir işe yaramadığını, insanların modern mitler yaratmak için her şeyi çarpıtabileceğini de ekliyor.

Atlantis İçin Arkeoloji’yi Kötüye mi Kullanıyorlar?

Plato’ya göre Atlantis, Atlantik Okyanusu’nda günümüzün Kuzey Afrikası’nın ve Türkiye’nin yarısının birleşimi kadardı. Ortaya farklı varsayımlar atıldığında tabii ki de Atlantis’in gerçekliğini sorgulamak için incelemeler yapıldı. Modern sonar, LIDAR, haritalama tekniklerinin hiçbiri de Atlantis’i bulamadı.
Stephanie “Atlantis’e ait tek bir kemik bile yok. Her şey Plato’nun kurgusu ve hepsi bu kadar. Eğer Arkeolojik olarak konuşursak ne yazık ki hiçbir şey yok.” diyor.

Ancak çoğu arkeolog için önemli noktayı eksik kanıtlar vurguluyor.

Flint, Atlantis için kanıtlar yok demek yerine, Plato’nun tanımının yanlış olduğunu kanıtlayan arkeolojik kanıtlar var diyor. Plato’nun Atlantis ve Atina’yı aynı diyalogda anlattığını ve erken Atina dediği Atlantis’in asla var olamayacağının pürüzsüz bir şekilde çıkarılabildiğini söylüyor.

Yani önemli olan, Atlantis’in var olduğuna dair arkeolojik kanıtlar olmaması değil; var olan arkeolojik kanıtların Atlantis’in asla var olamayacağını göstermesidir.

Bilim karşıtı insanlara ne kadar kanıt sunarsanız sunun, zihinleri bunu asla kabul etmeyecektir. Ellerinde tuttukları bayrakları asla indirmeyecek ve doğru bildikleri yolda körü körüne ilerlemeye devam edeceklerdir.

Çeviren: Habibe İrem ER

Bu makaleyi paylaş
Yazan Bade Sungur
Bade Sungur, Türkiye'de aldığı eğitimle arkeoloji alanında derinlemesine uzmanlaşmış bir arkeologdur. Arkeolojik kazılarda edindiği deneyim ve bilgi birikimiyle, geçmiş medeniyetlerin izlerini gün yüzüne çıkarmakta başarılıdır. Aynı zamanda, arkeolojik içeriklerin dijital platformlardaki görünürlüğünü artırma konusunda uzmanlaşarak, arkeoloji bilgisini geniş kitlelerle paylaşmaktadır.
Yorum Yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir