Bilincin kaynağı nerede? İnsanlığın en eski sorularından biri olan bu gizem, sinirbilim dünyasında hâlâ çözülmeyi bekliyor. Bilinç, dışarıdan gözlemlenemeyen, yalnızca bireyin kendi deneyimleriyle var olan bir olgu. Bu nedenle, bilimsel yöntemlerle bu soruya yanıt bulmak oldukça zor. Ancak, sinirbilimciler bu zorluğa meydan okuyarak bilincin kökenine dair iki önde gelen teoriyi test etti: Bütünleşik Bilgi Teorisi (IIT) ve Küresel Nöral Çalışma Alanı Teorisi (GNWT). Geçtiğimiz günlerde Nature dergisinde yayımlanan kapsamlı bir çalışma, bu iki teoriyi doğrudan karşılaştırarak bilim dünyasında yankı uyandırdı. Sonuçlar, her iki teorinin de beklentileri tam anlamıyla karşılayamaması nedeniyle bir “beraberlik” olarak nitelendirildi ve yeni soruların kapısını araladı.
Bilinç Teorileri Nedir?
Bilinç üzerine çalışan bilim insanları, bu soyut fenomeni açıklamak için farklı yaklaşımlar geliştiriyor. IIT ve GNWT, bu alanda öne çıkan iki rakip teori olarak dikkat çekiyor. Her biri, bilincin nasıl ortaya çıktığına dair farklı bir bakış açısı sunuyor.
Küresel Nöral Çalışma Alanı Teorisi (GNWT), bilinci bir tiyatro sahnesine benzetiyor. Bu teoriye göre, bir uyarıcı (örneğin bir ses ya da parlak bir renk) bilinçli farkındalığımıza ulaştığında, beynin ön bölgelerindeki prefrontal korteks bu bilgiyi “sahneye” çıkararak bir “ateşleme” (ignition) süreci başlatıyor. Bu, bilincin belirli bir anda belirli bir bilgiye odaklanması anlamına geliyor.
Bütünleşik Bilgi Teorisi (IIT) ise daha soyut bir yaklaşım benimsiyor. Bilincin, bilgi işleme süreçlerinden doğduğunu savunan bu teori, bir sistemin ne kadar karmaşık bilgi işleyebildiğine bağlı olarak bilinç düzeyinin arttığını öne sürüyor. IIT’ye göre, bilinç özellikle beynin arka bölgelerinde, nöron ağlarının yoğun bir şekilde bağlantılı olduğu alanlarda ortaya çıkıyor.
Bu iki teori, yalnızca felsefi yaklaşımlarıyla değil, aynı zamanda beyindeki bilinç süreçlerini nasıl test ettikleriyle de birbirinden ayrılıyor. GNWT, prefrontal kortekste ani bir sinyal artışı beklerken, IIT arka bölgelerde sürekli bir nöral senkronizasyon öngörüyor.
Cogitate Konsorsiyumu’nun Dev Deneyi
2018 yılında başlatılan Cogitate Konsorsiyumu, bu iki teoriyi tarafsız bir şekilde test etmek için 12 laboratuvardan oluşan bir ekip kurdu. Çalışma, nörobilimde alışılmadık derecede büyük bir örneklemle, 256 katılımcının beyin aktivitelerini inceledi. Katılımcılar, dönen yüzler ve harfler gibi görsel görevleri yerine getirirken, üç farklı beyin görüntüleme tekniği (fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme, elektroensefalografi ve intrakraniyal EEG) kullanıldı. Bu görevler, bilinçli deneyimi gerektiren türden işlerdi.
Araştırmanın amacı, her iki teorinin öngörülerini doğrudan karşılaştırmaktı. GNWT, bir uyarının bilinçten çıktığında prefrontal kortekste bir sinyal düşüşü olacağını tahmin ederken, IIT arka bölgelerde sürekli bir nöral senkronizasyon bekliyordu. Ancak sonuçlar, her iki teorinin de öngörülerini tam anlamıyla desteklemedi. Örneğin, GNWT’nin beklediği prefrontal sinyal düşüşü büyük ölçüde gözlenmezken, IIT’nin öngördüğü arka bölgedeki nöral senkronizasyon da tespit edilmedi.
Sussex Üniversitesi’nden bilinç araştırmacısı Anil K. Seth, “Tek bir deneyin bir teoriyi çürüteceği beklenmiyordu,” diyor ve bilginin bilimde kademeli olarak inşa edildiğini vurguluyor. Yine de bu sonuçlar, her iki teorinin de eksikliklerini ortaya koyarak bilim insanlarını daha kesin ve test edilebilir modeller geliştirmeye yöneltiyor.
Tartışmalar ve “Sahte Bilim” Suçlamaları
Çalışmanın sonuçları, 2023 yılında bir konferansta ilk kez sunulduğunda büyük yankı uyandırdı. Aynı yıl, IIT’yi “sahte bilim” olarak nitelendiren ve teorinin bilimsel olmadığını savunan bir açık mektup, 100’den fazla bilim insanının imzasını topladı. Eleştirmenler, IIT’nin temel iddialarının mevcut teknolojiyle çürütülemez olduğunu ve teorinin pampsikizm gibi felsefi kavramlarla bağlantılı olduğunu öne sürdü. Pampsikizm, bilincin yalnızca canlılara özgü olmadığını, karmaşık sistemlerde (hatta bir bilgisayar çipinde ya da evrende) bulunabileceğini savunan bir görüş.
Bu tartışma, Nature Neuroscience dergisinde geniş bir şekilde ele alındı. Anil K. Seth, IIT’nin cesur bir teori olduğunu ve bilinç gibi karmaşık bir konuda cesur yaklaşımlara ihtiyaç duyulduğunu savundu. “Bilinç üzerine çalışırken yanlış olma hakkımız var, hatta belki de cesur olma görevimiz,” diye yazdı.
Bilincin Kaynağı Bulunacak mı?
Cogitate çalışması, bilincin kökenini bulma yolunda bir dönüm noktası olarak görülüyor. Bu tür “karşıt iş birliği” (adversarial collaboration) deneyleri, farklı teorilerin tarafsız bir zeminde test edilmesini sağlayarak bilimi ilerletiyor. Sussex Üniversitesi’nden Robert Chis-Ciure, “Soyut fikirler inşa etmekte hepimiz iyiyiz, ancak veriler bu fikirleri gerçek dünyaya indiriyor,” diyor.
Benzer karşıt iş birliği projeleri devam ediyor. Örneğin, Seth’in yer aldığı başka bir çalışma, IIT’yi ve diğer iki bilinç teorisini karşılaştırmayı hedefliyor. Bu tür araştırmalar, teorilerin daha kesin öngörüler üretmesini teşvik ederek bilincin doğasını anlamada önemli adımlar atılmasını sağlayabilir.
Pratik Uygulamalar ve Etik Sorular
Bilinç araştırmalarının yalnızca teorik bir önemi yok; aynı zamanda pratik sonuçları da var. Örneğin, beyin hasarı, koma veya genel anestezi durumlarında bilincin varlığını anlamak, tıbbi karar süreçlerini doğrudan etkiliyor. Chis-Ciure, “Bazı insanlar, bilinçlerinin ‘orada’ olmadığı gerekçesiyle yaşam destek ünitelerinden çıkarılıyor. Bu, sorunu doğrudan ele almamız gerektiğini gösteriyor,” diyor.
Bilincin kaynağına dair kesin bir yanıt henüz bulunmasa da, Cogitate çalışması gibi araştırmalar, bu gizemli fenomenin peşinde koşan bilim insanlarının kararlılığını ortaya koyuyor. Belki de bir gün, tıpkı 1919’daki güneş tutulmasında Einstein’ın genel görelilik teorisinin doğrulandığı gibi, bilincin kökeni de net bir şekilde aydınlatılacak. Şimdilik, bilim dünyası bu zorlu yolculukta yeni sorular ve heyecan verici keşiflerle ilerliyor.