Carl Gustav Jung Hayatı
Carl Gustav Kişilikle ilgili görüşlerinin iç gözlemlerinden ve kendi deneyimlerinden kaynaklandığını söyleyen Jung 1875 yılında İsviçre’nin küçükbir kasabası olan Kesswil’de doğdu. Oldukça içe dönük bir çocuk olan Jung duygu ve düşüncelerini kendine saklar, aklını meşgul eden şeyleri kendinden başka kimsenin daha iyi anlayamayacağını düşürdü.
Genç Jung gördüğü rüyaların ve doğa üstü imgelerin anlamını düşünerek saatler geçirirdi. 10 yaşındayken tahtadan 5 santimetrelik bir insan figürü oydu. Bu figürü herkesten saklayan Jung, yalnızken onunla konuştu, hatta ona şifreli mektuplar yazdı.
Delikanlılık yıllarında kendisinin aslında bir başkası olduğuna inandı ve burdan hareketle bütün yaşamı boyunca “İkinci Kişiliğini” aradı.
Carl Gustav Jung’un kendini anlama isteği, onu psikiyatrinin o zamanlar yeni gelişmekte olan bir alanına yönlendirdi. 1900 yılında Basel Üniversitesi’nden tıp diplomasını aldıktan sonra, önemli bir şizofreni araştımacısı olan Eugen Bleuler’ın yanında çalışmak üzere Zürih’e gitti.
Daha sonra Paris’te bilinçdışı ve hipnoz üzerine çalışmalar yürüten Pierre Janet ile çalıştı. Jung’un insanın düşünce yapısına olan ilgisi, doğal olarak onu Freud’la bir araya getirdi.
Freud’un Rüyaların yorumu kitabını okuduktan sonra yazışmaya başlayan ikili söylentiye göre ilk bir araya geldiklerinde 13 saat boyunca karşılıklı tartışmışlardır. Jung kısa süre sonra Freun’un yakın arkadaşı oldu ve Clark Üniversitesi’nde ders vermeye giderken de ona eşlik etti.
Bu yolculuk sırasında Jung, Freud’un kişiliğin doğası üzerine farklı görüşlere karşı ne kadar tahammülsüz olduğunu farketti ve 1914 yılında Viyana Grubu’ndan ayrıldı.
Carl Gustav Jung bunu izleyen yedi yıl boyunca, kendini dış dünyadan soyutladı ve zamanını kendi biliçaltının derinliklerini keşfetmeye ayırdı.
Kişiliğin gerçek doğasını anlayabilme çabasıyla , hayaller ve rüyalar alemine daldı. Bilim adamları bu sürenin gönüllü bir iç gözlem mi yoksa uzun bir psikotik dönem mi olduğuna hala karar verememişlerdir. Jung’un ölümünden önce basılan özgeçmişi, her iki yorumu da destekleyecek ipucları verir.
“ Bir hayaller şelalesi hiç durmaksızın akıyordu, ben de aklımı kaybetmeden bu tuhaf şeyleri anlamlandırmanın bir yolunu aradım.” diye yazmıştır. “ Baştan beri içimde benden yüce bir iradenin emirlerine uyduğuma dair sarsılmaz bir inanç vardı”.
Carl Gustav Jung bu süre içinde değişik figürlerin ve imgelerin kendisini ziyaret ettiğini aktarır. Jung bu figürleri, ortak bilinçaltımızı oluşturan arketipler olarak görmüştür. Örneğin Philemon olaak adlandırdığı bir figürle yaptığı konuşmaları ayrıntılarıyla anlatır: “ Onunla uzun uzun konuştuk ve bana daha önce hiç düşünmediğim şeyler söyledi.” diye yazar Jung. “ Ancak konuşan kişi kesinlikle ben değildim, oydu. Onunla bahçede bir aşağı bir yukarı yürüdük; benim gözümde o, Hintlilerin tabiriyle bir ‘Guru’ydu.”
Jung bu iç gözlem yıllarının ardından, yeni bir kişilik kuramı geliştirdi.
Mesleki yaşamının geri kalanını hastalarını tedaviye, gezmeye, okumaya ve çalışmaya ayırdı. Bu deneyimleri boyunca yaptığı gözlemleri, sürekli yaptığı iç gözlemleri ile birleştirerek ciltlerce kitap yazdı ve dersler verdi. Jung’un yazdıklarının çoğu, özellikle de satır aralarında antisemitizm iması bulunanlar, tartışmalara yol açmıştır. Yine de insan kişiliği üzerine öne sürdüğü görüşler, dünyanın her yerindeki okuyucuları büyülemeye ve şaşırtmaya devam ediyor.
Carl Gustav Jung 6 haziran 1955 yılında 86 yaşındayken yaşamını yitirmiştir.
Psikoterapisinin karakteri
Jung, hayatının geri kalanını fikirlerini, özellikle de psikoloji ve din arasındaki ilişkiyi geliştirmeye adadı. Ona göre, geçmişteki yazarların muğlak ve genellikle ihmal edilmiş metinleri, yalnızca Jung’un kendi rüyalarına ve fantezilerine değil, aynı zamanda hastalarının rüyalarına ve fantezilerine de beklenmedik bir ışık tutuyor; sanatlarının başarılı bir şekilde uygulanması için psikoterapistlerin eski ustaların yazılarına aşina olmalarının gerekli olduğunu düşündü.
Carl Gustav Jung, kendi deneyimlerinden ve bunlardan geliştirilen teorilerden türetilen yeni psikoterapötik yöntemlerin geliştirilmesinin yanı sıra, sözde yöntemlere yeni bir önem verdi.
Hermetik gelenek; Hıristiyan dininin, bilincin gelişmesi için gerekli olan tarihsel bir sürecin parçası olduğunu düşündü ve ayrıca, gnostisizm ile başlayan ve simya ile biten sapkın hareketlerin, ana akım biçimlerde yeterince ifade edilmeyen bilinçsiz arketipsel unsurların tezahürleri olduğunu düşündü.
Hıristiyanlık, Simyaya benzeyen bu keşfinden özellikle etkilenmişti.semboller modern rüyalarda ve fantazilerde sıklıkla bulunabilir ve o,simyacılar , kolektif bilinçdışı için bir tür ders kitabı oluşturmuşlardı . Derleme Eserlerini oluşturan 18 cildin 4’ünde bunu açıklamıştır.
Carl Gustav Eserleri
- Psikiyatri Araştırmaları
- Psikoloji ve Din
- Anılar, Düşler, Düşünceler
- İnsan Ruhuna Yöneliş
- İnsan ve Sembolleri
Kırmızı Kitap - Keşfedilmemiş Benlik
- Çocuk Rüyaları
- Rüya Analizleri
- Rüyalar
- Analitik Psikoloji
- Analatik Psikolojinin Temel İlkeleri
- Psikoterapi Pratiği
- İnsan Ruhuna Yöneliş
- Psikolojide Tipler
Carl Gustav Simya
Carl Gustav Jung’un 1940’lardan sonraki yazıları ve çalışmaları simya üzerine odaklanmıştır. 1944 yılında Jung, simya’daki sembolleri incelediği ve psikanalitik süreçlerle olan direkt ilişkisini ortaya koyduğu Psikoloji ve Simya kitabını yayınlamıştır.[a] Simya’daki işleyişin saf olmayan ruhun (kurşun), kusursuz ruha (altın) dönüşümü olduğunu ve bunun bireyselleşme sürecinin bir metaforu olduğunu savunur.[13]
1963 yılında Mysterium Coniunctionis kitabı İngilizce ilk olarak The Collected Works of C. G. Jung kitabının parçası olarak ortaya çıktı. Mysterium Coniunctionis, Jung’un son kitabıydı ve “Mysterium Coniunctionis” arketipi üzerine odaklandı.