Deepfake’ler Artık Kalp Atışlarını Taklit Ediyor: Gerçekle Sahte Arasındaki Çizgi Bulanıklaşıyor
Son yıllarda deepfake teknolojisi, hem eğlence dünyasında hem de güvenlik alanında adından sıkça söz ettiriyor. Gerçekle sahteyi ayırt etmenin giderek zorlaştığı bu yapay zeka destekli videolar, artık öyle bir noktaya geldi ki, kalp atışlarını bile taklit edebiliyor. Almanya’daki Humboldt Üniversitesi’nden Prof. Dr. Peter Eisert liderliğinde yürütülen yeni bir araştırma, deepfake’lerin tespitini zorlaştıran bu yeni özelliği sade ve çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Peki, bu teknoloji nasıl çalışıyor, kalp atışları neden önemli ve bu durum bizi nasıl etkiliyor? Gelin, konuyu adım adım inceleyelim.

Deepfake Nedir ve Neden Bu Kadar Konuşuluyor?
Deepfake, yapay zeka ve derin öğrenme teknolojileriyle oluşturulan sahte video veya ses dosyalarıdır. Örneğin, bir videoda bir kişinin yüzü, başka birinin yüzüyle değiştirilebilir ya da konuşmaları tamamen farklı bir metne uyarlanabilir. Bu teknoloji, eğlenceli uygulamalarda sıkça kullanılıyor: Mesela, bir uygulama sayesinde yüzünüzü bir kediyle değiştirebilir, bir film yıldızı gibi görünebilir ya da yaşlanmış halinizi görebilirsiniz. Ancak deepfake’ler, kötü niyetli ellerde tehlikeli bir silaha dönüşebiliyor. Sahte bir videoyla bir politikacı karalanabilir, bir şirketin itibarı zedelenebilir ya da bir birey dolandırıcılık kurbanı olabilir.
Deepfake’lerin bu kadar korkutucu olmasının sebebi, insan gözünün ve mevcut teknolojilerin sahte videoları tespit etmekte zorlanması. Şimdiye kadar, deepfake’leri yakalamanın en güvenilir yollarından biri, videodaki kişinin nabzını kontrol etmekti. Çünkü gerçek bir insanda nabız gibi hayati işaretler doğal olarak bulunurken, sahte videolarda bu işaretlerin olmaması bekleniyordu. Ancak yeni araştırma, bu yöntemin bile artık işe yaramayabileceğini gösteriyor.
Kalp Atışları ve Deepfake Tespiti: Neden Önemli?
Kalp atışı, bir insanın hayatta olduğunun en temel göstergelerinden biridir. Nabzımız, kanın damarlarımızda dolaşırken oluşturduğu ritmik hareketlerdir ve bu hareketler cilt yüzeyinde bile küçük değişikliklere yol açar. Örneğin, bir doktor nabzınızı ölçerken parmağınızı sıkıca tutar ya da bileğinize bastırır. Modern teknolojide ise bu ölçüm, cilt üzerinden geçen ışığın analiziyle yapılabiliyor. Hastanelerde kullanılan “nabız oksimetresi” cihazları, parmağınıza takılan küçük bir klipsle kanınızdaki oksijen seviyesini ve nabız hızınızı ölçer. Bu cihaz, cildinizdeki renk değişikliklerini algılayarak çalışır.
Bu prensip, deepfake tespitinde de kullanılmaya başlandı. “Uzak fotopletismografi” (rPPG) adı verilen bir yöntem, web kamerası gibi basit bir cihazla ciltteki bu küçük renk değişikliklerini analiz ederek nabzı uzaktan ölçebiliyor. Örneğin, bir videoda kişinin yüzüne bakarak nabzının olup olmadığını kontrol edebilirsiniz. Gerçek bir insan videosunda bu nabız sinyalleri doğal olarak bulunurken, deepfake’lerde genellikle bu işaretler eksik olur. Bu yüzden rPPG, deepfake’leri yakalamak için umut verici bir yöntem olarak görülüyordu. Ancak yeni araştırma, bu umudu gölgede bırakıyor.
Araştırma Ne Diyor? Deepfake’ler Nabzı Nasıl Taklit Ediyor?

Prof. Dr. Peter Eisert ve ekibi, deepfake’lerin nabız sinyallerini taklit edebildiğini kanıtlayan bir çalışma gerçekleştirdi. Araştırmacılar, yalnızca 10 saniyelik bir yüz videosundan nabız hızını otomatik olarak çıkarabilen bir deepfake dedektörü geliştirdi. Bu dedektör, videodaki hareket ve gürültüyü filtreleyerek nabız sinyallerini hassas bir şekilde algılıyor.
Çalışma kapsamında, bir grup gönüllüden sürüş videoları çekildi. Bu videolar, farklı kişilerin yüz hareketlerini taklit eden deepfake’ler oluşturmak için kullanıldı. Çekimler sırasında gönüllülerin kalp atışları, elektrokardiyogram (EKG) cihazıyla ölçüldü. Bu sayede dedektörün doğruluğu test edildi ve sistemin nabız ölçümlerinde yalnızca 2-3 atım/dakika farkla son derece hassas olduğu görüldü. Yani, dedektör gerçek insan videolarında nabzı doğru bir şekilde algılayabiliyordu.
Araştırmacılar daha sonra bu dedektörü, gerçek insan videolarından oluşan eski veri setleri üzerinde test etti. Dedektör, tüm gerçek videolarda nabız sinyallerini başarıyla tespit etti. Ancak asıl sürpriz, deepfake videolar üzerinde yapılan testlerde ortaya çıktı. Yeni nesil deepfake yöntemleriyle oluşturulan bu videolar, şaşırtıcı bir şekilde nabız sinyalleri içeriyordu. Üstelik bu sahte nabızlar, çoğu zaman gerçek bir insanın nabzına çok benziyordu.
Peki, Bu Nabız Sinyalleri Nereden Geliyor?
Araştırma, deepfake’lerdeki nabız sinyallerinin iki şekilde ortaya çıkabileceğini gösteriyor:
- Bilerek Eklenen Nabız Sinyalleri: Bir saldırgan, deepfake’i daha inandırıcı hale getirmek için videoya yapay nabız sinyalleri ekleyebilir. Örneğin, bir yazılım aracılığıyla cilt tonunda nabza uygun renk değişiklikleri oluşturulabilir.
- Kasıtsız Aktarım: Daha ilginç olanı, nabız sinyallerinin kasıtsız bir şekilde deepfake’e geçmesi. Gerçek bir videodan alınan yüz hareketleri, cilt tonundaki küçük değişiklikleri de beraberinde getiriyor. Örneğin, diyelim ki bir politikacının konuşma videosu, başka bir kişinin yüzüyle değiştiriliyor. Orijinal videodaki politikacının nabzına bağlı cilt tonu değişiklikleri, sahte videoya da aktarılıyor. Böylece deepfake, istemeden de olsa gerçekçi bir nabız sinyali taşıyor.
Bu durumu daha iyi anlamak için bir örnek verelim: Bir arkadaşınızın doğum günü videosunu çektiğinizi düşünün. Videoda arkadaşınızın yüzü, hafif ışık değişiklikleriyle nabzına bağlı olarak renk değiştiriyor (bu değişiklikler gözle zor fark edilir). Eğer bu videoyu bir deepfake yazılımıyla manipüle edip arkadaşınızın yüzünü bir ünlüyle değiştirirseniz, orijinal videodaki bu renk değişiklikleri yeni videoya da taşınabilir. Sonuç? Sahte videoda bile nabız sinyali varmış gibi görünebilir.
Henüz Umutsuz Değiliz: Deepfake’lerin Zayıf Yönleri

Bu gelişmeler kulağa korkutucu gelse de, Prof. Eisert’e göre deepfake’lerle mücadelede hâlâ şansımız var. Araştırma, mevcut deepfake’lerin nabız sinyalleri içerse de, yüzdeki kan akışının fizyolojik olarak gerçekçi olmadığını gösteriyor. Gerçek bir insanda, kan akışı yüzün farklı bölgelerinde ve zamanla belirli bir düzen içinde değişir. Ancak deepfake’ler, bu doğal değişimleri tam olarak taklit edemiyor. Örneğin, bir deepfake videosunda nabız sinyali tüm yüzde aynı anda görünebilir, oysa gerçek bir insanda bu sinyaller daha karmaşık ve bölgesel olur.
Eisert, bu zayıflığın yeni nesil deepfake dedektörleri için bir fırsat olduğunu söylüyor. Gelecekteki teknolojiler, yüzdeki kan akışının bu fizyolojik detaylarını analiz ederek sahte videoları daha iyi tespit edebilir.
Bu Bizi Nasıl Etkileyecek?
Deepfake teknolojisinin bu denli ilerlemesi, hem bireysel hem de toplumsal açıdan ciddi riskler taşıyor. Örneğin, bir deepfake videosuyla bir iş insanının sahte bir skandala karıştığı gösterilebilir, bu da şirketinin hisse senetlerini düşürebilir. Ya da seçim döneminde bir politikacının ağzından sahte bir konuşma yayılarak kamuoyu manipüle edilebilir. Daha kişisel bir örnekle, bir dolandırıcı, sevdiğiniz birinin yüzünü ve sesini taklit ederek sizden para isteyebilir.
Öte yandan, bu teknoloji sağlık alanında da yenilikler sunuyor. Uzak fotopletismografi (rPPG) gibi yöntemler, doktorların hastaların nabzını ve kan oksijen seviyesini uzaktan ölçmesine olanak tanıyor. Ancak bu teknolojiler geliştikçe, deepfake’lerin de daha inandırıcı hale geldiği bir gerçek.
Sonuç: Dijital Dünyada Daha Dikkatli Olmalıyız
Humboldt Üniversitesi’nin Frontiers in Imaging dergisinde yayımlanan bu çalışması, deepfake teknolojisinin geldiği noktayı ve tespit yöntemlerinin karşılaştığı yeni zorlukları açıkça ortaya koyuyor. Deepfake’lerle mücadele, yapay zeka ve insan zekasının iş birliğini gerektiriyor. Türk halkı olarak, sosyal medyada veya internette karşılaştığımız videolara daha eleştirel yaklaşmalı, her gördüğümüze hemen inanmamalıyız. Örneğin, bir videonun kaynağını kontrol etmek, içeriği farklı platformlarda araştırmak veya şüpheli durumlarda uzman görüşü almak, sahte içeriklere karşı korunmamızı sağlayabilir.
Deepfake teknolojisi, bir bilim kurgu filminden çıkıp günlük hayatımızın bir parçası haline gelirken, bu alanda yapılan araştırmalar bize hem umut hem de sorumluluk yüklüyor. Gerçekle sahte arasındaki çizgi bulanıklaşsa da, bilinçli ve dikkatli olduğumuz sürece bu yarışta geri kalmayız.
Not: Bu haber, Humboldt Üniversitesi’nin gerçekleştirdiği bilimsel bir araştırmaya dayanarak hazırlanmıştır. Daha fazla bilgi için Frontiers in Imaging dergisindeki orijinal makaleye göz atabilirsiniz.