Antik Mezopotamyalılar Duyguları Vücutlarının Farklı Yerlerinde Hissediyordu
Yeni bir araştırmaya göre, antik Mezopotamya’da yaşayan insanlar duyguları vücutlarının farklı bölgelerinde hissediyordu. Örneğin, öfkeyi bacaklarında, aşkı ise karaciğerlerinde hissediyorlardı.
Tayvan’da yaşayan birine öfkeyi vücudunun neresinde hissettiğini sorarsanız, büyük ihtimalle baş veya göğüs bölgesini gösterecektir. Finlandiya’da da benzer bir cevap alırsınız. Bugün çoğumuz, öfke gibi duyguları belirli vücut bölgeleriyle ilişkilendiririz. Ancak, antik Mezopotamya’ya gidersek, insanların duyguları çok farklı yerlerde hissettiğini görebiliriz.
Almanya’daki Jülich Araştırma Merkezi’nden bilişsel sinirbilimci Juha Lahnakoski’nin liderliğindeki bir ekip, M.Ö. 10. ve 7. yüzyıllar arasında yazılmış Neo-Asur metinlerini inceledi. Bu metinlerde, öfkenin bacaklarda hissedildiği ortaya çıktı. Aşk ve mutluluk karaciğerde, acı koltuk altlarında ve cinsel arzu bileklerde hissediliyordu.
Araştırmacılar, Açık Zengin Anotasyonlu Çivi Yazılı Metinler Korpusunu kullanarak duygular ve beden bölgelerine dair terimleri katalogladılar. Sonuçta, aşk, öfke, kıskançlık, mutluluk, gurur ve schadenfreude (başkalarının zararına sevinme) gibi 18 farklı duygunun hangi vücut bölgelerinde hissedildiğini gösteren bir ısı haritası oluşturuldu.
Batı kültürlerinde, duygular genellikle belirli anatomik bölgelerle ilişkilendirilir. Örneğin, aşk kalpte, arzu kasıklarda, öfke kulaklarda ve korku midede hissedilir. Bu bağlantılar, günümüzde evrenseldir. Farklı kültürlerde yapılan dil ve müzik duyguları çalışmaları, insanların duygusal beden haritaları ile birbirlerine bağlı olduklarını göstermektedir.
Vücudumuzun parasempatik sinir sistemi ‘dinlen ve sindir’ ve sempatik sinir sistemi ‘savaş veya kaç’ tepkileri arasında gidip gelmesi, fonksiyonlarımız üzerinde farklı etkiler yaratır. Örneğin, sevdiklerimize dokunmayı beklerken kalbimiz daha hızlı atar, tehditlerle başa çıkmak için sindirim sistemimiz çalışır ve stres kaynaklı kan basıncı artışıyla başımız ağrır. Bu durum, insanların tarih boyunca genellikle aynı duygusal haritayı deneyimlediğini ima eder.
Ancak bu varsayımı test etmek, paleolitik bir mamut avcısına mutluluğu nerede hissettiğini sormaktan daha zordur. Bu nedenle Lahnakoski ve ekibi, yaklaşık 3.000 yıl önce Orta Doğu’nun büyük bir kısmını kontrol eden bir kültürün bıraktığı detaylı yaşam, politika ve bilgelik kayıtlarına yöneldi.
Çalışmanın kıdemli yazarı, Finlandiya’daki Helsinki Üniversitesi’nden Asurolog Saana Svärd, “Antik Mezopotamya’da kalp, karaciğer ve akciğerlerin önemi gibi anatomik bilgilerin bir anlayışı vardı” diyor. Bazı benzerlikler de vardı. Asuriler de gururu kalplerinde hissetmişler ve üzüntü göğüslerinde yer almış. Çoğu duygu, belirli bir organ, uzuv veya bölgeyle sınırlı değildi. Aşk dizlerde hissedilebilir, ancak aynı zamanda karaciğer ve kalpte de yankılanabilirdi.
Bugün, testislerde derin bir sempati hissettiğimizi veya ellerimizde utanç duyduğumuzu ifade etmemiz pek olası değildir. Bu da, duyguların beden haritasının, diğer çalışmaların düşündürdüğü kadar katı olmayabileceğini göstermektedir.
Binlerce yıl sonra kaybolmuş bir kültürün dilini yorumlamak birçok zorlukla doludur. Araştırmacılar, problemli veya kafa karıştırıcı terimleri elemeye çalışırken, kullandıkları model farklı bağlamlarda yorumlamaya açık kalmaktadır. Ayrıca, çalışmada kullanılan araçlardaki içsel yanlılık, kadın anatomisini dışlayarak potansiyel olarak bir terimler sözlüğünü yok saymaktadır. Araştırmacılar, Asur dilinde rahim kelimesinin genellikle bir kralın merhametini tanımlamak için kullanıldığını örnek vermektedirler. Svärd, “Ayrıca, metinlerin metinler olduğunu ve duyguların yaşanıp deneyimlendiğini unutmamalıyız” diyor.
Gelecek araştırmalar, farklı kültürler tarafından kullanılan metaforik kavramları inceleyerek, duyguların vücudumuzun belirli bölgeleriyle nasıl ilişkilendirildiğine dair daha detaylı bir anlayış sağlayabilir. Dünyanın dört bir yanında ve çağlar boyunca insan ifadesinin zenginliğini keşfetmeye devam ettikçe, dil ve deneyim arasındaki etkileşimi haritalayacağız ve bu keşifler bizi daha iyi anlamamıza yardımcı olacak.
Bu araştırma iScience dergisinde yayımlandı.