Astronomlar, yıllardır bilim dünyasının en büyük gizemlerinden biri olan “Dokuzuncu Gezegen” (Planet Nine) için heyecan verici bir ipucu bulmuş olabilir. 40 yıl öncesine ait astronomik verileri inceleyen bir araştırma ekibi, Neptün’ün çok ötesinde, Güneş’ten 500-700 astronomik birim (AU) uzaklıkta olduğu tahmin edilen bir cismin izlerine rastladı. Henüz kesin bir kanıt sunmasa da, bu bulgu, Güneş Sistemi’nin uzak köşelerindeki sırları çözme yolunda önemli bir adım olarak değerlendiriliyor.
Bir Astronomik Birim (AU), Dünya ile Güneş arasındaki ortalama mesafeyi ifade eder; bu yaklaşık 150 milyon kilometredir. Yani, bir AU’yu hayal etmek için, İstanbul’dan Ankara’ya arabayla yaptığınız bir yolculuğu yaklaşık 300 bin kez tekrar ettiğinizi düşünün! Karşılaştırma yapmak gerekirse, Jüpiter Güneş’ten yaklaşık 5 AU, Neptün ise 30 AU uzaklıkta yer alıyor. Dokuzuncu Gezegen’in tahmini konumu olan 500-700 AU ise bu mesafelerin çok ötesinde. Bu, öyle bir uzaklık ki, eğer bir uçakla bu mesafeyi kat etmeye çalışsaydık, durmaksızın 600 yıl boyunca uçmamız gerekirdi. Bu devasa mesafe, Dokuzuncu Gezegen’in neden bu kadar zor tespit edildiğini de açıklıyor.
Dokuzuncu Gezegen Nedir?

Dokuzuncu Gezegen, 2016 yılında California Teknoloji Enstitüsü’nden (Caltech) iki astronom, Konstantin Batygin ve Mike Brown tarafından ortaya atılan bir hipotez. Bu hipotez, Neptün’ün ötesindeki Kuiper Kuşağı’nda yer alan bazı cisimlerin yörüngelerinin alışılmadık bir şekilde bir araya toplandığını ve bu durumun büyük bir kütleçekim etkisiyle açıklanabileceğini öne sürdü. Bu etkiyi yaratan şeyin, henüz keşfedilmemiş bir gezegen olabileceği düşünülüyor.
Batygin ve Brown, bu gizemli gezegenin Dünya’nın 7 ila 17 katı kütleye sahip olabileceğini ve Güneş’ten 500-700 AU uzaklıkta, yani Dünya-Güneş mesafesinin 500-700 katı bir mesafede yer alabileceğini hesapladı. Karşılaştırma yapmak gerekirse, Neptün Güneş’ten yaklaşık 30 AU uzaklıkta bulunuyor. Bu kadar uzak bir mesafede, böylesine büyük bir gezegen bile çok az güneş ışığı yansıtacağı için tespit edilmesi son derece zor.
40 Yıllık Verilerde Yeni Bir Umut
Astronomlar, Dokuzuncu Gezegen’i bulmak için bu kez geçmişe, 1980’lerden kalma verilere yöneldi. Araştırma ekibi, 23 yıl arayla gerçekleştirilen iki kızılötesi gökyüzü taramasını (IRAS ve AKARI) inceledi. Bu taramalar, gökyüzündeki cisimlerin kızılötesi ışınlarını kaydederek, soğuk ve uzak nesneleri tespit etmek için kullanılıyor. Ekip, Dokuzuncu Gezegen’in büyük mesafesi nedeniyle gökyüzünde çok yavaş hareket edeceğini öngörerek, bu iki tarama arasında 23 yılda yer değiştiren cisimleri aradı.
Başlangıçta 13 olası aday belirleyen ekip, detaylı incelemeler ve görsel analizler sonucunda tek bir güçlü adaya odaklandı. Bu aday, IRAS taramasında bir konumda tespit edilirken, 23 yıl sonraki AKARI taramasında aynı konumda görünmüyordu; ancak beklenen mesafede başka bir noktada saptandı. Bu hareket, Dokuzuncu Gezegen’in öngörülen yavaş hareket modeliyle uyumlu.
Araştırma ekibi, bulgularını henüz hakem değerlendirmesinden geçmemiş bir ön baskı makalesinde yayınladı. Makalede, “Bu cismin Dokuzuncu Gezegen olup olmadığını doğrulamak için daha fazla gözlem gerekiyor. Ancak mevcut veri, takip edilmesi gereken umut verici bir aday sunuyor,” ifadelerine yer verildi.
Neden Önemli?
Dokuzuncu Gezegen’in varlığı, Güneş Sistemi’nin yapısını anlamak için kritik bir öneme sahip. Bilim insanları, Kuiper Kuşağı’ndaki bazı cisimlerin yörüngelerinin eğikliği ve dev gezegenler arasında ters yönde dönen nesnelerin varlığı gibi anomalileri açıklamak için bu gezegenin varlığını bir anahtar olarak görüyor.
Ayrıca, NASA’ya göre, Dokuzuncu Gezegen’in keşfi Güneş Sistemi’ni “daha normal” hale getirebilir. Diğer yıldızların çevresinde yapılan gözlemler, “süper Dünya” adı verilen, Dünya’dan büyük ama Neptün’den küçük gezegenlerin galaksimizde yaygın olduğunu gösteriyor. Ancak Güneş Sistemi’nde bu tür bir gezegen bulunmuyor. Dokuzuncu Gezegen, bu boşluğu doldurarak sistemimizin diğer yıldız sistemleriyle daha uyumlu görünmesini sağlayabilir.
Keşif Neden Zor?

Güneş Sistemi’nde gezegen bulmak, diğer yıldızların çevresindeki gezegenleri (ötegezegenler) tespit etmekten çok daha zor. Ötegezegenler, yıldızlarının ışığını engelleyerek veya kütleçekim etkisiyle yıldızlarında küçük salınımlar yaratarak tespit edilebiliyor. Ancak Güneş Sistemi’nde, gezegenlerin çoğu Güneş’in çevresinde yörüngeye sahip olduğu için, Dünya’dan bakıldığında sadece Venüs ve Merkür Güneş’in önünden geçiyor. Jüpiter ve Satürn gibi büyük gezegenler, yansıttıkları güneş ışığı sayesinde kolayca görülüyor. Ancak Neptün, Uranüs’ün yörüngesindeki anormallikler sayesinde keşfedilmişti.
Dokuzuncu Gezegen ise çok daha uzak bir mesafede olduğu için güneş ışığını neredeyse hiç yansıtmıyor. Bu da onu tespit etmeyi bir iğneyi samanlıkta bulmaya benzetiyor. Kızılötesi taramalar, bu tür soğuk ve uzak cisimleri bulmak için en iyi yöntemlerden biri olarak görülüyor.
Gelecek Adımlar
Araştırma ekibi, buldukları cismin yörüngesini hesaplamak için henüz yeterli veriye sahip değil. Bu nedenle, cismin gerçekten Dokuzuncu Gezegen olup olmadığını doğrulamak için daha fazla gözlem yapılması gerekiyor. Astronomlar, modern teleskoplarla bu adayı takip ederek, hareketini ve özelliklerini daha iyi anlamayı umuyor.
Bulgular, bilim dünyasında hem heyecan hem de temkinli bir iyimserlik yarattı. Eğer bu cisim gerçekten Dokuzuncu Gezegen ise, Güneş Sistemi’nin sınırlarını yeniden tanımlayabilir ve evrendeki yerimizi daha iyi anlamamızı sağlayabilir. Ancak bilim insanları, kesin bir sonuca ulaşmadan önce daha fazla kanıt gerektiğini vurguluyor.
Bilim Dünyasında Bir Dönüm Noktası mı?
Dokuzuncu Gezegen’in varlığı, yalnızca astronomları değil, uzay meraklılarını da heyecanlandırıyor. Pluto’nun 2006 yılında gezegen statüsünden çıkarılmasından bu yana, Güneş Sistemi’nde dokuzuncu bir gezegenin varlığı fikri, popüler kültürde de büyük ilgi görüyor. Bu yeni bulgu, belki de yıllardır süren bu arayışın sonuna yaklaştığımızın bir işareti olabilir.
Araştırma, şu anda arXiv ön baskı sunucusunda erişilebilir durumda. Bilim dünyası, bu gizemli cismin sırlarını çözmek için yeni gözlemlerin sonuçlarını sabırsızlıkla bekliyor.
Kaynak: arXiv, NASA, Caltech