731. Birim

Tarihte Yapılan En Acımasız ve Etik Dışı 10 İnsan Deneyi

Bartu Eroğlu
Okuma süresi 12 Dakika
Bu fotoğrafta, kışın Japon birlikleri tarafından donma tedavisinin en iyi nasıl yapılacağı konusunda bir deney için dışarı çıkarılan 731. Birimdeki bir Çinli tutuklunun donmuş elleri görülüyor. Xinhua Getty Images aracılığıyla

Geçmişte, bazı gruplar araştırmalar için uygun denekler olarak görülmüştür: mahkumlar, engelliler, hastalar ve yoksullar. İzin almadan veya habersiz şekilde bu insanlar üzerinde deneyler yapıldı. Kırk yıl önce, ABD Kongresi bu durumu değiştirdi ve insan denekler üzerinde yapılan devlet destekli çalışmalarda bilgilendirilmiş onam (rıza) alınmasını zorunlu kıldı. Ancak 1974 öncesinde, insanları araştırmalarda kullanma etiği oldukça gevşekti.

Tarihte Yapılan En Acımasız ve Etik Dışı 10 İnsan Deneyi
Nazilerin toplama kamplarında gerçekleştirdiği vahşetler dehşet vericidir, ancak tarihte insan üzerinde yapılan başka birçok deney de olmuştur. Merche Portu/Getty Images

Bu dönemde, insan deneklerin istismarı ve kötüye kullanımı korkunç boyutlardaydı. İşte, kamuoyunun bilim adına rıza eksikliğine dair görüşlerini değiştiren ünlü bir istismar örneğiyle başlıyoruz.

10. Tuskegee Frengi Çalışması

Tarihte Yapılan En Acımasız ve Etik Dışı 10 İnsan Deneyi
Bir doktor Tuskegee test deneklerinden birinden kan alıyor. 1932–1972 Tuskegee, Alabama

1920’lerde frengi ciddi bir halk sağlığı sorunu haline gelmişti. 1928’de Julius Rosenwald Fonu, ABD’nin kırsal güneyinde siyahiler için bir sağlık projesi başlattı. Ancak 1929’daki Büyük Buhran projenin finansmanını kesti ve program değiştirildi. 1932’de Alabama, Macon County’de yaşayan yoksul siyahi erkekler, “kötü kan” (o dönem anemi, yorgunluk ve frengiyi tanımlayan bir terim) tedavisi aldıklarını düşünerek bir programa katıldılar. Bu kişilere ücretsiz tıbbi bakım, yiyecek ve cenaze sigortası sağlandı. Ancak, aslında frengi hastası olduklarını ve tedavi değil, frenginin tedavi edilmemesi üzerine bir hükümet deneyine katıldıklarını bilmiyorlardı.

Bu çalışma, penisilinin 1945’te frengi tedavisinde kullanılmasına ve 1947’de Hızlı Tedavi Merkezlerinin kurulmasına rağmen, katılımcılar doğru tedavi edilmedi. Çalışmanın etiğine dair endişeler 1936’da gündeme gelmesine rağmen, medya bu uzun süreli deneyi haberleştirene ve kamuoyu öfkesine yol açana kadar, 1972’ye kadar devam etti.

Çalışmaya katılan kişiler, tedavi aldıklarını sanırken, aslında frenginin doğal seyrini inceleyen bir deneyin parçasıydılar. Penisilin bulunduğunda bile, bu kişilere ilaç verilmedi ve hastalıklarının ilerlemesine izin verildi. Bu deney, insan haklarının nasıl ihlal edildiğine dair en korkunç örneklerden biridir.

9. Nazi Tıbbi Deneyleri

Nazi Tıbbi Deneyleri
1946 yılında Almanya’nın Nürnberg kentinde 23 Nazi doktorunun yargılandığı davada, Polonyalı bir tanık ve bir doktor, kadının Nazi deneyleri sırasında aldığı yaraları gösteriyor. © Photo12/UIG/Getty Images

II. Dünya Savaşı sırasında, Naziler Dachau, Auschwitz, Buchenwald ve Sachsenhausen toplama kamplarında yetişkinler ve çocuklar üzerinde tıbbi deneyler gerçekleştirdi. Bu kamplarda tutuklular, askeri, tıbbi ve ırksal ilerlemeler adına işkence gördü. Yahudiler, düşen pilotların soğuk suya ne kadar dayanabileceğini anlamak için hipotermi deneylerine tabi tutuldu. Yalnızca deniz suyu verilen denekler, susuzluktan öldü. Yüksek irtifa deneylerinde ise denekler, atmosfer basıncındaki değişimlerin pilotları nasıl etkilediğini araştırmak için yüksek irtifa odalarında tutuldu.

Naziler ayrıca, savaş yaralanmalarını tedavi etme konusundaki araştırmalar kapsamında, mahkumlar üzerinde enfeksiyon ve zehirlenme deneyleri gerçekleştirdi. Yeni ilaçlar, özellikle sulfanilamid, savaş yaralarını tedavi etmek için denendi. Mahkumlara tüberküloz (verem) enjekte edilerek, bu hastalığa karşı bağışıklık kazandırma yöntemleri araştırıldı. Zehir deneylerinde ise, deneklerin ne kadar hızlı öldükleri incelendi.

Naziler ayrıca genetik ve ırksal nedenlerle sterilizasyon (kısırlaştırma), yapay döllenme ve ikizler ile cüceler üzerinde deneyler yaptı. Bu deneylerde kullanılan insanlar, çoğu zaman hayatta kalmadı ve korkunç acılar çektiler. Deneylerin büyük bir kısmı, savaş sonrası Nürnberg Mahkemeleri’nde yargılandı ve bu deneyler insanlık suçu olarak kabul edildi.

8. Watson’ın “Küçük Albert” Deneyi

Watson'ın "Küçük Albert" Deneyi
Bir bebeği korkuya ve üzüntüye alıştırmak kesinlikle vahşice bir harekettir.

1920’de John Watson ve Rosalie Rayner, Johns Hopkins Üniversitesi’nde dokuz aylık bir bebek üzerinde duygusal koşullandırma deneyi yaptı. “Albert B” adı verilen bu bebek, başlangıçta küçük, beyaz bir fareden korkmuyordu. Ancak, fare ile birlikte yüksek bir ses duyurulduğunda, bebek zamanla fareden ve diğer küçük tüylü hayvanlardan korkar hale geldi.

Watson ve Rayner, bu deney ile insan duygularının koşullandırılabileceğini göstermek istiyordu. Ancak deneyin etik olmadığı ve bebeğin gelecekteki psikolojik durumu üzerindeki etkileri düşünülmedi. 2010 yılında, “Albert” olarak bilinen bebeğin Douglas Merritte olduğu ortaya çıktı. Merritte, aslında sağlıklı bir çocuk değildi ve nörolojik sorunlar yaşıyordu. Altı yaşında hidrosefali (beyinde su birikmesi) nedeniyle öldü. Deney sonunda Merritte, bu korkularından asla kurtulamadı ve hayatı boyunca psikolojik sorunlar yaşadı.

7. 1939’daki Canavar Çalışması

1939'daki Canavar Çalışması
Çalışmanın sonucunda kekemelik sorunu olmayan çocukların bile öz güven sorunları yaşadığı, kekeme olan çocukların hiçbirine ise yardımcı olunmadığı ortaya çıktı.

Bugün, kekemeliğin birçok nedeni olduğunu biliyoruz. Genetik, beyin yaralanmaları ve duygusal travmalar kekemeliğe yol açabilir. Ancak, 1939’da Mary Tudor ve Wendell Johnson, kekemeliğin eleştiri yoluyla öğretilebileceğini kanıtlamak istedi. Iowa Üniversitesi’nde, 22 yetim çocuk, konuşma terapisi aldıklarını düşünerek bu deneye katıldı. Aslında, yarısına olumsuz geri bildirim verildi, diğer yarısına ise olumlu geri bildirim verildi.

Bu çalışmanın sonuçları, kekeme olmayan çocukların eleştirildiğinde düşük benlik saygısı ve kekeme davranışları sergilediğini gösterdi. Kekeme olanlar ise geri bildirimlerden etkilenmedi. Bu deney, çocukların psikolojik olarak zarar görmesine neden oldu ve etik dışı olarak kabul edildi. Deneyin sonuçları, kekemeliğin eleştirilerle öğrenilebileceği hipotezini desteklemedi ve sadece çocukların psikolojik sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yarattı.

6. Stateville Hapishanesi Sıtma Çalışması

Stateville Hapishanesi Sıtma Çalışması
Stateville Hapishanesinde tutulan erkekler (burada fotoğrafı görülenler) cezalarının azaltılması umuduyla sıtma programında gönüllü oldular. © NY Daily News, Getty Images aracılığıyla

II. Dünya Savaşı sırasında, Güney Pasifik’te görev yapan Amerikan askerlerinin %60-65’i sıtma hastalığına yakalandı. 1944’te Illinois Stateville Hapishanesi’nde, 400’den fazla mahkum, sıtma hastalığına karşı etkili bir ilaç bulmak amacıyla denek olarak kullanıldı. Mahkumlar, sıtma ile enfekte edilip deneysel tedavilerle tedavi edildi. Bu deneyin amacı gizli değildi ve o dönemde halk, bu çalışmayı savaşı kazanmak için gerekli gördü.

Deney sırasında, mahkumlara sıtma bulaştırıldı ve ardından yeni ilaçlarla tedavi edilmeye çalışıldı. Deney, mahkumların rızası alınarak yapıldı ve birçok mahkum bu çalışmalara katılarak ceza indirimi aldı. Ancak, bu deneyin etik olup olmadığı hala tartışma konusudur. Mahkumların sağlığı riske atıldı ve bu durum, insan hakları ihlali olarak değerlendirilebilir.

5. Güney Afrika’daki İtici Aversiyon Projesi

Güney Afrika'daki İtici Aversiyon Projesi
AVERSION PROJESİ 1969-1987 yılları arasında Güney Afrika Savunma Kuvvetleri’ndeki (SADF) eşcinsel askerler cinsiyet değiştirmeleri için ‘tedavilere’ boyun eğmeye zorlandılar.

Apartheid döneminde Güney Afrika’da, devlet eşcinselliği tedavi edilebilecek bir hastalık olarak gördü. 1969-1987 yılları arasında, Voortrekkerhoogte’deki 1 Askeri Hastane’de, eşcinseller elektroşok tedavisi ve hormon terapisi ile “tedavi” edilmeye çalışıldı. Bazı vakalarda, kimyasal hadım etme ve cinsiyet değiştirme ameliyatları yapıldı. Bu deneylerin çoğu izinsiz yapıldı.

Bu projede, tahmini 900 erkek ve kadın eşcinsel bireyler zorla hastaneye yatırıldı ve elektroşok tedavisine tabi tutuldu. Ayrıca, hormon tedavileri ile cinsiyet değişiklikleri yapıldı. Bu tedaviler, bireylerin rızası alınmadan gerçekleştirildi ve birçok insanın hayatını olumsuz etkiledi. [Kaynak]

4. Milgram Şok Deneyleri

Milgram Şok Deneyleri
Stanley Milgram. ILLUSTRATION: Manuscripts & Archives, Yale University

1960’larda Stanley Milgram, Yale Üniversitesi’nde insanların otoriteye ne kadar itaat ettiğini görmek için bir dizi şok deneyi yaptı. Katılımcılar, “öğrenciler” (aslında aktörler) hata yaptığında onlara şok verdiklerini düşündüler. Çoğu, en yüksek voltajı bile uyguladı. Bu deney, insan davranışlarını anlamada önemli bulgular sağladı.

Milgram’ın deneyi, insanların otoriteye itaat ederken ne kadar ileri gidebileceklerini gösterdi. Katılımcılar, yüksek voltajlı şoklar verdiklerini düşünerek büyük bir stres yaşadı. Deney, etik dışı olarak değerlendirildi ve birçok katılımcı üzerinde psikolojik travma yarattı. Bu deney, insan doğasının karanlık yönlerini gözler önüne serdi.

3. CIA Zihin Kontrolü Deneyleri (MK-Ultra Projesi)

CIA Zihin Kontrolü Deneyleri (MK-Ultra Projesi)
MK-Ultra deneylerinin tüm kayıtlar imha edildiği için başka neler yapıldı bilmiyoruz. © vasabii/iStockphoto

Soğuk Savaş sırasında, CIA Amerikalıları “süper ajanlara” dönüştürmek için gizli zihin kontrolü deneyleri yaptı. MK-Ultra projesi kapsamında, farkında olmayan Amerikan ve Kanadalı vatandaşlara LSD gibi psikedelik ilaçlar verildi. Denekler, hipnoz ve diğer yasa dışı yöntemlerle deneylere tabi tutuldu. 20 yıldan fazla süren bu proje, birçok insanın hayatını etkiledi.

CIA, bu deneylerle insan zihnini kontrol etmeyi ve manipüle etmeyi amaçladı. Deneklere, bilgileri dışında uyuşturucu verildi ve bu kişiler üzerinde çeşitli zihin kontrolü teknikleri denendi. Bu proje, insan hakları ihlali olarak kabul edildi ve birçok insanın hayatını mahvetti. MK-Ultra projesi, tarihin en tartışmalı deneylerinden biridir.

2. 731. Birim

731. Birim
731. Ünite tesisinin kalıntıları hâlâ Çin’in Heilongjiang Eyaletinde duruyor. © Wang Kai/Xinhua Press/Corbis

Japonya, biyolojik savaşın yasaklanmasını reddetti ve 731. Birim’i kurarak insan denekler üzerinde patojen ve kimyasal savaş deneyleri yaptı. Bu deneylerde, insanlara antraks, bubonik veba ve kolera gibi hastalıklar bulaştırıldı. Denekler üzerinde canlı otopsiler yapıldı. Savaş sonrası, bu suçları işleyenlere dokunulmadı.

731. Birim
Bu fotoğrafta, kışın Japon birlikleri tarafından donma tedavisinin en iyi nasıl yapılacağı konusunda bir deney için dışarı çıkarılan 731. Birimdeki bir Çinli tutuklunun donmuş elleri görülüyor. Xinhua Getty Images aracılığıyla

731.Birim, insan denekler üzerinde korkunç deneyler gerçekleştirdi. Deneklere çeşitli hastalıklar bulaştırıldı ve bu hastalıkların etkileri incelendi. Ayrıca, canlı insanlar üzerinde otopsiler yapıldı ve bu insanlar büyük acılar çekti. Bu deneyler, savaş suçları olarak kabul edildi ve Japonya’nın insan haklarını ihlal ettiğinin en çarpıcı örneklerinden biridir.

1. Herophilus’un İnsan Viviseksiyonları

Herophilus'un İnsan Viviseksiyonları
Mumyalama, Antik Mısır kültürünün doğal bir parçasıyken, bir bedenin parçalanması kutsallığa aykırı bir davranıştı. © KHALED DESOUKI/AFP/Getty Images

Antik dönemin ünlü hekimi Herophilus, İskenderiye’de insan vücutlarını incelemek için canlı mahkumlar üzerinde viviseksiyon (canlı diseksiyon) yaptı. ( Diseksiyon, herhangi bir organizmanın iç yapısını incelemek üzere dışını yarıp parçalara ayrılmasıdır. Vikipedi) Beyin, göz, karaciğer, dolaşım sistemi ve sinir sistemini inceleyerek önemli keşifler yaptı. Ancak, canlı insanlar üzerinde bu tür deneyler yapması, onu tartışmalı bir figür haline getirdi. [Kaynak]

Herophilus, insan anatomisi hakkında önemli keşifler yaptı, ancak bu keşifler büyük acılar çekerek elde edildi. Canlı mahkumlar üzerinde yaptığı diseksiyonlar, o dönemde bile etik olarak kabul edilmedi. Herophilus’un çalışmaları, tıp tarihinin karanlık bir dönemine işaret eder ve insan haklarının nasıl ihlal edildiğini gösterir.

Bu karanlık ve korkunç deneyler, insan haklarının ihlal edildiği ve etik sınırların zorlandığı zamanların ürkütücü örnekleridir. Geçmişten ders alarak, gelecekte bu tür ihlallerin tekrarlanmaması için daha dikkatli olmalıyız.

Bu makaleyi paylaş
Bartu Eroğlu, yurt dışında aldığı kapsamlı eğitimle sinirbilim alanında uzmanlaşmıştır. Oxford Üniversitesi'nde lisans eğitimi aldıktan sonra Harvard Üniversitesi'nde doktora yapmış, bu süre zarfında sinirbilimin öncü araştırma projelerinde yer almıştır. Eğitim hayatı boyunca edindiği bilgi ve deneyimleri, sinirbilim alanındaki çalışmalarıyla birleştirerek, bu alanda derinlemesine bir uzmanlık geliştirmiştir.
Yorum Yap

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir