Hiç şüphesiz geçmişin kalıntılarıyla yakından ilgilenen insanlar hep olmuştur, ancak bir bilim dalı olarak arkeolojinin kokeni Rönesans dönemi 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa’da insanlıkla ilgilenen kişiler Yunan ve Roma’nın görkemli geçmişini araştırmak için yola koyuldular. 16. yüzyılda Avrupa’da rahipler, kardinaller ve soylular antik eserleri biriktirmeye başladılar ve daha fazla antik sanata ulaşabilmek için kazılara sponsor oldular. Bu koleksiyoncular, antik kültürle yakından ilgilenen Kuzey Avrupa insanları tarafından taklit edildiler. Yine de tüm bu uğraşlar arkeoloji olarak sayılmamaktaydı, bu günümüzde sanat koleksiyonu olarak adlandırılmaktaydı.
AKDENİZ VE ORTADOĞU
Arkeoloji ilk olarak Yunan ve Roma ile ilgilenmiştir ve 18. yüzyılda İtalya şehirleri olan Pompeii ve Herculaneum şehirlerindeki kazılarla beraber gelişme göstermiştir. Klasik arkeoloji’nin bilim olarak temeli, 1870 yılında Troya ve Miken’de Yunan medeniyetinin kokenini araştıran Heinrich Schliemann aracılığı kurulmuştur. Aynı zaman periyodunda M.A. Biliotti Rodos’ta araştırmalarını sürdürmüştür. Ernst Curtius önerliğinde Alman Arkeoloji Enstitüsü 1875’den 1881’e kadar Olympia’da araştırma gerçekleştirmişlerdir. Ve Alexander Conze da 1873 ve 1875 aralığında Samotrakhe’de araştırmalarda bulunmuştur. Conze, araştırma sonrası raporunu fotoğraflar eşliğinde sunan ilk kişidir. Schliemann Girit’ti kazmayı planladı ama yapmadı, Arthur Evans 1900’de Knossos’u kazmaya başladı ve Klasik Yunan’ın atası olan Minos Medeniyeti’ni keşfetti.
Mısır Arkeolojisi, 1798 yılında Napolyun’un Mısır’a istilasıyla başladı. Napolyon, ülkenin arkeolojik kalıntılarını kayıt altına alan bilim adamlarını getirmişti. Bu çalışmaların sonucu Description de l’Égypte (1808–25) dergisinde yayımlandı. Keşiflerin sonucu seferler sırasında oluşturuldu. Mısır’ın şifresini çözme yetkinliğinde olan Jean-François Champollion, bu çözümlemeleri ilk olarak 1822 yılında yazdı. Bilim insanları tarafından etkin kılınan bu çözümlemelerle ilgili Mısırlılar sayısız yazı bırakmışlardır. Bu Mısır arkeolojisi için atılan ilk büyük adımdır. Antik Mısır ’a olan talep, Giovanni Battista Belzoni gibi kişiler tarafından mezar soygunu organizasyonlarına sebep oldu. Sistematik ve kontrollü arkeolojik araştırmaların başlangıcı, Cario’daki Mısır Müzesi’nin kurucusu olan Fransız Auguste Mariette tarafından başlamıştır. İngiliz arkeolog Flinders Petrie 1880’De Mısır’da kazılara başlamıştır ve burada büyük keşifler yapmıştır. Hayatının uzun bir kısmını Filistin’de geçirmiştir. Petrie kazı metotlarının sistemli bir şekilde gelişmesini sağlamıştır ve bunun prensiplerini Methods and Aims in Archaeology / Arkeolojide Metot ve Amaç (1904) kitabında özetlemiştir. Bu Mısır’daki en muhteşem keşiflerin yapılması için Howard Carter ve Lord Carnarvon’a bırakıldı ve 1922’ de Tutankhamun ’un mezarı keşfedildi.
Mezopotamya arkeolojisi, değerli kalıntılara ve sanat çalışmalarına dair buluntulara rast gelme umuduyla aylar süren ateşli kazılarla başlamıştır. Yavaş yavaş ilerleyen çalışmalarla 1840’ta kazı planlamarı yapıldı.Fransız Paul-Émile Botta’nın Nineveh ve Khorsabad’da yaptığı kazılar, İngiliz Austen Henry Layard’ın Nimrud, Kuyunjik, Nabī Yūnus’ta yaptığı kazılar ve diğer alanlardaki kazılar bu planlamalar arasındadır. Layard’ın kazılarının poplüler anlatımı olan Nineveh and Its Remains / Nineveh ve Kalıntıları (1849) en erken ve en başarılı arkeolojik çalışmaların en çok satan listesi arasında yer aldı. Henry Creswicke Rawlinson 1846’ta çivi yazısının şifresini çözebilen ilk kişi olmuştur. 19. Yüzyılın sonlarına doğru sistematik kazılarla, Babil ve Asurlular’dan önce Mezopotamya’da yaşamış olan Sümerler ile ilgili bilgiler açıklığa kavuşmuştur. En etkileyici Sümer kazısı, 1926 yılında Leonard Woolley tarafından gerçekleştirilen Ur’daki kral mezarlarıdır.
ARKEOLOJİ İÇİN İLK ADIM
19. yüzyılda Avrupa’da, 3 yüzyıl önceki eski ve değerli koleksiyonlarla beraber bilimin gelişimi üç sebebe bağlıdır; jeolojide gerçekleşen devrim, antikaya olan ilgideki gelişim, yenilik kavramının yayılmış olması. Jeolojinin gelişimi erken 19. Yüzyılda William Smith, Georges Cuvier, ve Charles Lyell gibi kişiler tarafından, keşifler ve katmanlar biliminin ilkelerinin ispatı ile olmuştur. Lyell, Principles of Geology / Jeolojinin Prensipleri (1830-33) ile beraber yeni sistemi popülerleştirdi ve antik insanların kabulünün yolunu açtı. Charles Darwin , Lyell’in Prensiplerini , evrim hakkında kendi fikirlerinin oluşumundaki iki germinal eserden biri olarak kabul etti.
Erken taş aletler 16. Yüzyılın ortalarında Avrupa’da tespit edilmiştir. Bu taş aletler M.Ö. 4004’den daha eskidir, İncil kronolojsine göre insanların kokeninin tarihi geç 18. Yüzyıla kadar belirlenememişti, bu durum John Frere’nin İngiltere Suffolk’da belirli katmanda bulunan muhteşem çağa ait eski insanların el yapımı eserleriyle ilgili yaptığı açıklamaya kadar süren döneme denk gelmektedir. 1859’da Jacques Boucher de Perthes’in Fransa Somme Vadisindeki keşifleri ve William Pengelly’in İngiltere’de kuzey Devon Mağarası’ndaki keşifleri, eski insanların ispatını sağlayacak niteliktedir. Aynı zaman diliminde Darwin’in devrimsel nitelikteki ‘’türlerin kokeni’’ çalışması yayılım göstermeye başlamıştır. ‘’Paleolitik’’ ifadesi , John Lubbock’un ‘’Pre – Historic Times/ Prehistorik Zamanlar ‘’(1865) kitabında bu ifadeden söz edene kadar kullanılmamıştır. Paleolitik Çağ’ın (Eski Taş Devri) yaklaşık tarihi prehistorik devirden önceye dayanır.
Bundan yarım yüzyıl önce, İskandinav arkeologlar, arkeolojinin gerekçeleri doğrultusunda insanların geçmişteki teknolojik başarıları, arkeolojik zemin ve alanlarla ilgili büyük devrimler yaratmışlardır. C.J. Thomsen, 1819’da halka açılmış olan Kopenhang Müzesi’indeki birbirini takip eden Taş, Bronz ve Demir çağına ait materyalleri sınıflandırmıştır.
Öğrencileri ve takipçilerinden J.J.A. Worsaae, Danimarka’daki bataklık ve Tümülüs katmanlarındaki gözlemler ile müzedeki düzenlemenin doğrusunu göstermektedir. 1850’lerin ortalarında İsviçre’de düşük göl seviyesi, prehistorik İsviçre konutlarının kazılarına izin vermiştir ve burada tekrar teknolojinin bir birini takip etmesi teorisini doğrulamıştır. Darwin’in ‘’Türlerin Kokeni’’, insanların geçmişine dair uzun bir yolculuktur. 19. yüzyılın son 40 yılında insan evriminin düşüncesinin kabulü insanların eskiye dair tüm gelişim hikayesine dayananan bir düşünce akımı oluşturdu ve arkeolojinin zenginleşmesini sağladı.
Lubbock, Prehistorik Zamanı’nda Thomsen ve Worsaae’in üç dönem sistemini dört dönem olarak genişletmiştir. Taş Devri ’ni eski ve yeni olarak ikiye bölmüştür. (Paleolitik ve Neolitik) 19. Yüzılın son çeyreğinde Fransa’da ve İspanya’da Paleolitik dönemle ilgili yapılmış olan keşifler dikkat çekmektedir. Geç Paleolitik Dönem (M.Ö. 30,000 – M.Ö. 10,000)’den olan bu keşifler, mağaradaki boyama ve heykel çalışmalarını kapsamaktadır.
Marcellino de Sautuola’ nın, 1875-1880 yıllarında İspanya Altamira’da keşfettiği mağara boyamasından sonra çoğu uzman bu keşfin Paleolitik döneme ait olduğuna inandı. Ama sonra Les Eyzies tarafından 1900’lerde Fransa’daki benzer keşif en sürprizli ve heyecanlı keşiflerden biri oldu. 20. Yüzyıl içerisinde benzer keşifler birbirini takip etti. Bunların en ünlüsü 1940’da Fransa, Lascaux’daki keşiftir.
19. yüzyılın son çeyreği boyunca, Gen. A.H. Pitt-Rivers’ın Cranborne Chase, Dorset’teki Prehistorik ve Roma alanlarıyla ilgili kazıları ve keşifleri modern arkeoloji biliminin teknik alanında gelişimine yön vermiştir. Daha sonra Sir Mortimer Wheeler ve Sir Cyril Fox tarafından İngiltere ve Wales’te de modern arkeoloji gelişip ilerlemeye devam etmiştir.
Kaynakça
• https://www.britannica.com/science/archaeology
Editör / YAZAR: Meltem Terzioğlu