Genetiği Değiştirilmiş Organizma Nedir?
Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar (GDO), genetik mühendisliği veya genetik bilimi yardımıyla laboratuvar ortamı koşullarında, doğal olmayan yollarla genetik yapısı değiştirilen organizmalardır. Bu organizmalar doğada doğal koşullarla değil, (ıslah yöntemi olarak bilinen melezleme çalışmalarıyla) bitki, hayvan, bakteri ve virüs genlerinin birleşiminden meydana gelmektedir.
İlginizi çekebilir: Bağışıklık Sistemimizi Neandertallere Borçluyuz
GDO’nun pek çoğu, böcek ilacı imalatı veya tarımda da kullanılan zararlı bitkileri öldüren ilaçların doğrudan uygulanmasına karşı koymak için tasarlanmıştır. Ancak günümüzdeki yeni teknolojiler, bitkilerin yapısal özelliklerinin doğal olmayan yollarla geliştirilmesi için kullanılıyor. Buna örnek olarak, elmaların kararmasını engellemeye yönelik yapılan çalışmalar veya Sentetik Biyoloji yardımıyla (Doğada bulunan organizmaların değiştirilmesi veya sıfırdan yeni organizmaların tasarlanmasıyla) ortaya çıkarılan organizmalar örnek olarak gösterilebilir.
Biyoteknoloji Endüstrisi’nin bu alandaki çalışmalarına rağmen, şu anda GDO’nun verimi ve kuraklık toleransını artırdığına veya marketlerdeki raflarda yerini alan GDO’lu gıdaların tüketici için herhangi bir fayda sağladığına dair kesin bir kanıt yoktur.
GDO’lu gıdalara güvenebilir miyiz?
Bağımsız, destekleyici çalışmaların uzun vadede bir güvenilirliği olmadığı sürece, GDO’lu gıdaların zararsız olduğu konusunda kesin bir sonuca varılması mümkün değildir. Bu konuyu ele alan duyarlı vatandaşların sayısının gitgide artmasıyla birlikte, GDO çalışmalarına karşı fikirler de ortaya çıkmaktadır.
GDO’lu gıdalar için etiket yönetmeliği var mı?
Aralarında Avustralya, Japonya, ve tüm Avrupa Birliği ülkelerinin de bulunduğu 64 ülkeye, genetiği değiştirilmiş gıdalar için zorunlu etiketleme yönetmeliği getirilmiştir. Kanada’da böyle bir zorunluluk yoktur.
Amerika’da henüz GDO’lu gıdalar için bir zorunlu etiketleme uygulaması yoktur. Ancak The National Bioengineered Food Disclosure Standards (NBFDS) – Ulusal Biyomühendislikli Gıdalar Bildiri Standartları, 21 Aralık 2018’de Federal Register – Resmi Gazete ile kamuoyuna açıklanması üzerine yayınlanmıştır.
2015 yılında resmi olarak kabul edilen ‘Güvenli ve Doğru Gıda Etiketleme Yasası’, Amerikan halkı arasında “Dark Act” olarak sesini duyurmasıyla, Amerika Birleşik Devletleri’nde GDO’lu gıdalar için etiketleme zorunluluğunun getirilmesinde bir başlangıç olmuştur. Bu anlamda – hepsi olmamakla birlikte – bazı GDO’lu ürünlere 2022 yılına kadar etiketlenme zorunluluğu için mühlet verilmiştir. Şu andaki etiketleme muafiyetlerinden dolayı bu yasa, Amerikan vatandaşları için kayda değer ciddi bir koruma sağlamamaktadır.
Hangi besinlerde GDO bulunabilir?
Pek çok paketli gıda yulaf, soya, kanola yağı ve şeker pancarından türetilmiş içeriğe sahiptir. Kuzey Amerika’da yetiştirilen bu ürünlerin büyük çoğunluğu, genetiği değiştirilmiş ürünlerdir.
İlginizi çekebilir: Açlık Krizi: Küresel Gıda Krizine COVID-19 Etkisi
Hayvansal Ürünler: Non-GMO, gıda maddelerinin genetiği değiştirilmemiş organizmalar olmadan yapıldığını ifade etmektedir. NON-GMO projesi hayvancılık, arıcılık, su ürünleri yetiştiriciliği gibi yüksek risk gruplarını oluşturan sektörleri de göz önünde bulundurmaktadır çünkü genetik yapısı değiştirilmiş bileşenler, hayvan besinlerinde yaygın olarak bulunmaktadır. Hayvan besinlerinde yaygın olarak bulunması da yumurta, süt, et, bal ve çeşitli deniz ürünlerinin tüketiminde insan sağlık açısından önemli rol oynamaktadır.
Sentetik biyolojiyi de kapsayan, işlenmiş girdiler: Ayrıca GDO’lar, işlem görmüş mahsül türevleri ve sentetik biyolojideki gibi genetik mühendisliğin diğer oluşumlarından kaynaklı girdiler şeklinde besinlere gizlice girebiliyor. Buna örnek olarak: hidrolize edilmiş bitkisel proteinli mısır şurubu, melas, sükroz (sakkaroz veya diğer adıyla çay şekeri olarak da bilinir), tekstüre bitki proteini, tatlandırıcılar, vitamin mayalı ürünler, mikroplar ve enzimler, sıvı ve katı yağlar ve proteinler gösterilebilir.
GDO çiftçileri nasıl etkiliyor?
GDO için alışılmamış veya yeni bir yaşam biçimi diyebiliriz. Bu yüzden biyoteknoloji şirketleri, genetiği değiştirilmiş tohumların dağıtımını ve kullanımını kontrol etmek için patentler temin edebiliyor. Genetiği değiştirilmiş mahsullerin, bu duruma bağlı olarak çiftçiler açısından ciddi tehditler yaratıyor olmasının yanı sıra bu mahsullerin yetiştirildiği ülkenin ‘Ulusal Gıda Güvenliği’ de sarsılıyor.
GDO’nun çevreye olan etkileri nelerdir?
Tüm genetiği değiştirilmiş mahsullerin %80’inden fazlası, Dünya genelinde herbisit toleransı için geliştirilmektedir. Bir bitkinin toksik etkilerine karşı koyabilmesi herbisit toleransını ifade etmektedir. Toksik herbisitlerin kullanımı, GDO ile tanışmamızdan bu yana 15 kat artmıştır. Buna örnek olarak Roundup, herbisit ilaçları, glifosat içeriğiyle bilinmektedir. Mart 2015’te, Dünya Sağlık Örgütü, glifosat bazlı (Roundup, ana bileşen maddesidir) herbisit kullanımının insan sağlığı açısından büyük oranda kansorejenik olabileceği tespitinde bulunmuştur.
Genetiği değiştirilmiş mahsuller, aynı zamanda herbisitlere karşı dirençli “superweed” ve “superbugs” gibi yabani otlara karşı da etkilidir. Bunun dışında, bu yabani otlar yalnızca daha güçlü zehir kullanımıyla öldürülebilir. Buna, ‘2,4-D’ yani diklorofenoksiasetik asit (Portakal gazının ana bileşen maddesi) örnek olarak gösterilebilir.
Genetiği değiştirilmiş organizmaların pek çoğu, kimyasal tarım ilaçlarının doğrudan yayılımının bir sonucudur ve dünyaca en büyük kimya şirketleri tarafından geliştirilip, pazarlaması yapılmaktadır. GDO’nun uzun vadede yaratacağı etkiler, kesin olarak bilinmemektedir. Lakin bu yeni organizmalar bir kez çevreye yayılırsa, geri dönüşü imkansızdır.
GDO Tarım
Genetiği değiştirilmiş (GM) gıdalar ilk olarak 1994 yılında Amerika Birleşik Devletleri’nde insan tüketimi için onaylandı ve 2014-15’te gıdaların yaklaşık yüzde 90’ımısır pamuk veAmerika Birleşik Devletleri’nde ekilen soya fasulyeleri GDO’luydu. 2014’ün sonunda GDO’lu ürünler, dünya çapında iki düzineden fazla ülkede yaklaşık 1,8 milyon kilometrekarelik (695.000 mil kare) alanı kaplıyordu. GDO’lu mahsullerin çoğu Amerika’da yetiştirildi.
Tasarlanmış mahsuller, alan başına mahsul verimini önemli ölçüde artırabilir ve bazı durumlarda kimyasal böcek öldürücülerin kullanımını azaltabilir.
Örneğin, geniş spektrumlu insektisitlerin uygulanması, Bacillus thuringiensis bakterisinden bir genle donatılmış patates , pamuk ve mısır gibi bitkilerin yetiştirilmesinde birçok alanda azaldı. BT toksini.
Diğer GDO’lu bitkiler, doğal bir avcıya veya zararlıya karşı dirençten ziyade, belirli bir kimyasal herbisite karşı dayanıklılık için tasarlandı.
Herbisite dayanıklı mahsuller (HRC) 1980’lerin ortalarından beri mevcuttur; bu mahsuller, yabani otların etkili kimyasal kontrolünü sağlar, çünkü karşılık gelen herbisit ile işlenmiş tarlalarda yalnızca HRC bitkileri hayatta kalabilir.
Dünya nüfusunun yaklaşık yüzde 30’unu etkileyen demir eksikliğiyle mücadeleye yardımcı olmak için başka bir modifiye pirinç türü üretildi.
Bu GM mahsulü, pirinç genomuna, demiri bağlayabilen bir protein üreten ortak fasulye Phaseolus vulgaris’ten bir ferritin geninin yanı sıra bileşikleri sindirme yeteneğine sahip bir enzim üreten Aspergillus fumigatus mantarından bir gen eklenerek tasarlandı.
Fitatın (demir emiliminin bir inhibitörü) sindirimi yoluyla demir biyoyararlanımını artırır. Demirle güçlendirilmiş GM pirinci, sistein açısından zengin bir metallotiyoneinlike (metal bağlayıcı) protein üreten mevcut bir pirinç genini aşırı ifade etmek üzere tasarlandı.
Halil İbrahim Özaydın