İster genç olun isterseniz artık yaşlılık döneminize girmiş olun. Uzun zamandan beri beyin hakkında bir şeyler duyuyorsunuz. Bunlar arasında en bilineni beynin yüzde 10’unu kullanabildiğimizdir. Aslında yapılan çalışmalar beynin hemen hemen yüzde yüzünü kullandığımızı ortaya koyuyor.
Beyinin en ufak görevlerde bile nasıl çalıştığı araştırmalar sonucunda ortaya çıkarılmış durumda. Yine de, beyin rezervlerine sahip olduğumuza dair kanıt var.
Örneğin, insanlar beyinlerinin önemli bölümlerini kaybedebilir ve beyin hala nispeten normal çalışır. Beyin MRI denen teknikle, insan bir şey düşünürken ya da yaparken beynin hangi bölümlerinin harekete geçtiğini gözleyebiliyor.
Yumruğumuzu sıkıp gevşetmek gibi basit bir hareket ya da birkaç kelime söylemek bile beynin yüzde 10’undan daha büyük bir bölümünün harekete geçmesini gerektiriyor. Hiçbir şey yapmadığımızı sandığımız anda bile beynimiz oldukça meşguldür; nefes alma ve kalp atışı gibi fonksiyonları kontrol ediyor ya da yapılacak işler listesini hafızaya alıyordur.
Doğada bazı ilginç tasarımların olduğu bir gerçektir; fakat ihtiyacımız olandan 10 kat daha büyük bir beyin evrim açısından da mantıklı değildir.
Peki biyolojik ve psikolojik temeli olmayan böyle bir fikir nasıl olur da böylesine yaygınlık kazanır?
Bu inancın kaynağını bulmak zor. Fakat Amerikalı fizyolog ve filozof William James 1908’deki bir eserinde (The Energies of Men) “zihinsel ve fiziksel kaynaklarımızın çok küçük bir kısmını kullanıyoruz,” gibi bir laf etmiştir. Fakat ne beyinden ne de bir orandan söz etmiş, sadece insanın daha çok şeyi başaracağına dair iyimserliğini ifade etmiştir.
Yüzde 10 oranı, Dale Carnegie’nin 1936 tarihli ‘Dost Kazanma ve İnsanları Etkileme Sanatı’ adlı kitabının önsözünde geçiyor. Bazıları ise bu rakamın Albert Einstein ’a ait olduğunu söylüyor; fakat bugüne kadar böyle bir alıntıya rastlanmamıştır.
Adapte olma özelliği
Bu yanlış anlamaya kaynaklık edebilecek iki şey daha var. Beyindeki hücrelerin yüzde 90’ı gliyal hücreler adı verilen destek hücreleridir. Bunlar beynin beyaz kısmını oluşturur ve geri kalan yüzde 10 oranındaki nöronlara, yani asıl düşünme işini gerçekleştiren gri kısma fiziksel ve besinsel olarak destek olur.
Bir de beyin taraması sonucu olağanüstü ilginç özellikleri ortaya çıkan hastalar var. 1980’de John Lorber adlı bir İngiliz çocuk doktoru Science dergisine yazdığı bir makalede, bazı hidrosefali (beyinde su toplaması) hastalarının yeterli beyin dokusu kalmadığı halde hala işlevsel olduklarından söz etmişti.
Bu elbette sağlıklı olanların beyinlerini ekstra kullanma yeteneğine sahip oldukları anlamına gelmiyor; sadece olağanüstü durumlara adapte olmanın örnekleri olarak gösteriliyor.
Gelişme potansiyeli
Aklımıza koyduğumuzda yeni şeyler öğrenebileceğimiz ve bunun beynimizin yapısını değiştirdiğine dair veriler var. Fakat söz konusu olan beyinde yeni alanlar bulunması değildir. Beyinde sürekli olarak sinir hücreleri arasında yeni bağlantılar oluşur ya da artık ihtiyaç kalmayanlar ortadan kalkar.
İlginç olan şu ki, bu inanışın doğru olmadığı söylendiğinde insanlar büyük bir hayal kırıklığına uğruyor. Yüzde 10 oranı, içerdiği gelişme potansiyeli bakımından çok cazip geliyor olmalı. Ama ne yazık ki bu potansiyel beynin kullanılmayan bir kısmında ortaya çıkmayacak.
Editör / Yazar: Ezgi SEMİRLİ
Yorumlar 2