Birçoğumuz kendi kaderimizin efendisi olduğumuzu düşünüyoruz. Fakat yeni yapılan araştırmalar davranışlarımızın genlerimizden ne ölçüde etkilendiğini ortaya çıkarıyor.
Beynimiz ve bedenimiz için bir taslak oluşturan, her biri kendine özgü 3,2 milyar DNA harf dizisinden oluşan bireysel genetik kodumuzu deşifre edebilme imkanına sahibiz.
Bu DNA dizisi, davranışlarımızın ne kadarının biyolojik yatkınlığa sahip olduğunu ortaya çıkarır. Yani bu belirli bir davranış veya karakteristik özellik geliştirmeye eğilimli olabileceğimiz anlamına gelir.
Araştırmalar gösteriyor ki DNA dizilimlerimiz sadece boyumuzu, kilomuzu veya göz rengimizi belirlemiyor aynı zamanda akıl hastalıklarına karşı dayanıklılığımızı, zekamızı, ömrümüzün uzunluğunu ve dürtüselliğimizi de belirliyor.
Bu tür özellikler değişen derecelerde uyum içerisinde çalışan bazen binlerce genlerimizle yazılır. Bu genlerin birçoğu beyin devrelerimizin anne rahmine nasıl yerleştiğini ve nasıl çalıştığını bize öğretir.
Şimdilerde bir bebeğin beyin gelişimini doğum gerçekleşmeden 20 hafta öncesine kadar gözlemleyebiliyoruz.
Beyinlerinde otizm spektrum bozukluğu ve dikkat eksikliği kaynaklı hiperaktivite bozukluğuna yatkınlık oluşturan genlerle güçlü bir bağı olan beyin mekanizması değişiklikleri o zamanlarda gerçekleşiyor. Hatta onlarca yıl ortaya çıkmayacak olan bipolar bozukluğu, majör depresyon ve şizofreni gibi hastalıklara da yatkınlık gösterebiliyor.
Son zamanlarda daha karmaşık düşüncelere yatkınlıkların benzer bir şekilde bağlantılı olabileceği ihtimaliyle karşı karşıyayız. Bahsedilen düşünceler arasında hangi dine inandığımız, politik ideolojimiz hatta oluşturduğumuz arkadaş grupları bile var.
Doğa ve beslenme iç içedir
Hayat hikayelerimizin DNA’mıza yazılı olmasının yanı sıra nesilden nesle aktarılmasının başka yolları da vardır. ‘Epigenetik’ adındaki yeni bilim dalı aldığımız besinlerin doğamıza nasıl etki ettiğini anlamaya çalışıyor. Bu bilim dalı gen dizisi değişikliklerinden kaynaklanmayan fakat ırsi olan gen ifadesi değişikliklerini inceliyor.
2014 yılında farelerin üzerinde bir epigenetik değişikliği inceleyen bir araştırma yapılmıştır. Fareler kirazların tatlı kokusuna bayılır. Bu yüzden burunlarına bir yaprak gelince beyindeki bir zevk bölgesi ekinleşir. Onları etrafta koşturup şekerlemenin peşine düşmeye iter. Bilim insanları kirazların kokusuyla birlikte farelere bir elektroşok verir.
Elektriğin acısıyla kirazın kokusunu eşleştiren fareler kiraz kokusu alınca oldukları yerde beklemeyi öğrenir.
Yapılan araştırmada bu davranışın nesilden nesle aktarıldığı görünmüştür. Elektrik şoku verilen farelerin torunları deneye tabi tutulmamalarına rağmen kiraz kokusu aldıkları zaman oldukları yerde kalmış ve kiraza doğru koşmamıştır.
Büyükbabalarından gelen sperm hücrelerindeki DNA dizilimi değişerek, kazanılan tecrübenin izleri eklenmiştir. Bunlar devam eden araştırmalar ve yeni bilim alanları olduğu için bu konuda insan mekanizmasının nasıl tepki verdiği hakkında hala yanıtları bilinmeyen sorular bulunmaktadır.
Fakat ilk araştırmalar ‘epigenetik’ değişikliklerin aşırı travmatik olaylar yaşamış bireylerin torunlarını etkileyebileceğini göstermektedir. Bir araştırma Amerikan iç savaşındaki mahkumların çocuklarının kırklı yaşlarında ölme oranlarının diğerlerine oranla %11 daha fazla olduğunu göstermiştir.
Yapılan başka bir araştırmada Nazi soykırımından sağ kalanların çocuklarında stres altında verilen tepkiyi belirleyen bir hormon olan kortizol seviyelerinde diğerlerine göre farklılıklar gözlemlenmiştir.
Araştırmanın sonuçları biraz karmaşık olsa da Nazi soykırımından sağ kalanların çocuklarının kortizol seviyesi daha yüksek olduğu ve anksiyete bozukluklarına daha yatkın olduğu gözlemleniyor.
Kendi Özgür İrademizde Hiç Söz Hakkına Sahip Miyiz ?
Tabii ki beraber dünyaya geldiğimiz beynimiz sadece ailemizden aktarılan DNA veya büyükanne ve büyükbabalarımızdan aktarılan genlerle hiç değişmeden kullanılan bir şey değildir. Neyse ki onu değiştirebilmek içi hala bir alana sahibiz.
Biz yeni şeyler öğrendikçe beynimizdeki sinir hücreleri arasında yeni bağlantılar oluşur. Yeni öğrenilen şey tekrarlandıkça hafızada pekişir ve bağlantılar güçlenir. Öğrenilen şey tekrarlandıkça beyindeki sinyaller için bir yol haline gelir. Öğrenilen davranış alışkanlık haline gelmiş olur.
Örnek olarak bisiklet sürmeyi verebiliriz. Doğduğumuzda bisiklet sürmeyi bilmeyiz. Fakat daha sonralarda deneyip, düşe kalka öğreniriz.
Birkaç ufak kazadan sonra bisiklet sürmeyi tamamen öğrenmiş oluruz. Benzer ilkeler hem algılamamız hem de gezinmemiz için temel oluşturur. Çevremizde dolaşırken ve bizi çevreleyen alan algımızı canlandırırken sinirsel bağlantılar kurar ve güçlendiririz. Ancak bir sorun var ki bazen geçmişte öğrendiklerimiz bizi gelecekteki gerçeklere kör eder.
ZARİF MAKİNELER
Geçen yıllarda okuduğum bir kitap (kaderin bilimi) önemli bir konuya, hayatımızın en gizemli konusuna değiniyordu; hayatımızdaki kişisel seçim kapasitelerimize. Bana göre kendimizi ‘zarif makineler’ olarak görmemiz çok önemli.
Bunun çok güzel bir tarafı var. Yaşadığımız hayattan ve dünyamızdan gelen bilgiler, yaşadığımız olaylara ve çevremize vereceğimiz tepkileri oluşturabilmek için benzersiz beyinlerimizde işlenir.
Bununla beraber birçoğumuz kendimizin özgür temsilcileri olabileceğimiz fikrine inanmak istemeyebiliriz. Biyolojik determinizm, yani insan davranışlarının tamamen doğuştan geldiği fikri, bizi haklı olarak tedirgin edebiliyor.
Tarihimizdeki korkunç olayların onları durduracak gücü olmayan insanlar tarafından gerçekleştirildiğini düşünmek korkunç olabilir. Çünkü bu tekrar olabilecekleri görüşünü ortaya çıkarabilir.
Bunun yerine, kendimizi genlerimiz tarafından belirlenmiş seçimler yapmadığımızı düşündürmemiz daha iyi olabilir.
Bireyselliğimizi etkileyen biyolojimizi kabul etmemiz, güçlü yönlerimizi daha iyi bir şekilde bir araya getirmemiz ve dünyayı daha iyi hale getirmemiz için kolektif bilişsel kapasitemizden yararlanmamızı sağlayabilir.
Batuhan sezen
Bunlar da ilginizi çekebilir
- Hollandalı biyologların buluşu, dünya dışındaki yaşamın keşfi konusunda umut oldu
- Yeni Araştırmalar Düşüncelerimiz Üzerinde Etkimiz Olmadığını Ortaya Koydu
- İnsan Faaliyeti Milyarlarca Yıllık Evrim Tarihini Tehdit Ediyor!