Hunga-Tonga adası, daha önce görülmemiş yaşam formlarıyla beklenmedik bir şekilde ortaya çıktı ve sadece 7 yıl kalabildi.
2015’te Güney Pasifik sularından yeni bir kara parçası yükseldi. Bu yeni oluşan ada sadece coğrafyacılar ve yanardağ bilimcileri için değil aynı zamanda biyologlar ve çevrebilimciler için de çokça araştırma fırsatı oluşturdu.
Bu yeni adanın ortaya çıkışı; bitkiler ve hayvanlardan da önce adayı tamamen kaplamış olan mikrobiyal canlılar ve adadaki tüm ekosistemin nasıl oluştuğuna dair birçok konuda bilgi edinme şansı da sunuyor.
Hunga-Tonga-Hunga Ha’pai Adası ( ya da kısa adıyla Hunga-Tonga) çok da uzun ömürlü bir ada olamadı.
Hunga-Tonga adası, 2015’teki volkanik patlamanın ardından oluştu ve 2022’nin ilk aylarındaki bir başka volkanik patlamayla tamamen parçalandı.

Ancak, adanın varlığı 7 yıl kadar sürse de birçok ilginç sırrın ortaya çıkmasını sağladı.
Yeni yapılan bir çalışmada, araştırmacılar; adada kaplıcalar ve hidrotermal menfezler keşfetti. Ayrıca normal bir adadan çok, farklı yaşam alanlarında bulunan organizmalara benzeyen, sülfür ve atmosferik gazları metabolize eden ve aynı zamanda azımsanamayacak sayıda bulunan bir mikroorganizma topluluğunun varlığını kanıtladı. (Metabolizeden kasıt: tüm kimyasal değişmeleri içine alan süreç)
Araştırmacılar, normal şartlarda bu tür organizma topluluklarında tipik olarak, buzulların çekilmesiyle ortaya çıkan mikroorganizmaları veya siyanobakterileri görmeyi beklerken, sülfür ve atmosferik gazları metabolize eden kendine özgü bir grup bakteri keşfettiler.
Araştırmacılar adada, deniz seviyesinden başlayarak 120 metre yükseklikteki krater tepesine kadar her bir yüzey farkından 32 toprak parçası topladılar. Daha sonra bu parçaları oluşturan DNA’ların kökenini ve dizilimlerini incelediler.
Adanın formunun oluşmasından çok sonra ve muhtemelen kuş pislikleriyle taşınan bitki tohumları sayesinde bitkiler tüm adayı kapladı. Ama araştırmacılar bu toprak toplama işleminde daha çok bitkilerin ulaşmadığı alanlara yoğunlaştılar.
Krater tepesinde topladıkları toprak örneklerinin hepsinde benzer miktarda bakteriler ve arkeler mevcuttu. Ancak bu bakteriler ve arkeler bitkilerin kapladığı alanlardaki bakteri ve arkelerden çok farklı yapıdalardı ve çok daha az miktarda bulunuyordu.
Bu mikrobiyallerin kökeni okyanus veya kuş pislikleriyle taşınan tohumlar olsaydı bu farklılığın mantıklı açıklaması olurdu. Fakat bu bakterilerin ve arkelerin kökeni bu iki ihtimalde değil. Aksine, araştırmacılara göre bunların kökeni yerin çok altından geliyor.
Araştırmacılara göre kendine özgü mikrobiyal topluluklarını bu adada görme sebeplerimizden biri, bulduğumuz her bir tabakanın neredeyse tamamında sülfür ve hidrojen sülfürün özümsenmesi gibi özelliklerin volkanik patlamalarla ilgili olmasından kaynaklanıyor.

Bu adada bulunan mikrobiyallerin benzerleri hidrotermal menfezlerde ve Yellowstone gibi kaplıcalarda bulunuyor. En mantıklı bulduğumuz varsayım bu mikrobiyallerin bu tür yerlerden gelmesi.
Bu tür ekosistemlerin incelenebilmesi çok nadir gerçekleşebilir. Çünkü büyük volkanik patlamaların olmasıyla, yeni bir adada yeni bir ekosistem oluşturması farklı şeylerdir.
Son 150 yılda, Hunga-Tonga adası, araştırmacıların dediğine göre bu şekilde oluşan ve bir yıldan fazla ayakta kalan üçüncü ada.
Bilim insanlarının çoğu bu şekilde oluşan adalarda çalışmalar yürütseler de, genel olarak araştırmalarını mikrobiyallerden çok bitkiler ve hayvanlara yoğunlaştırmışlardır.
Araştırmacılara göre, bu şekilde gerçekleşen volkanik patlamalar dünyanın her yerinde olabilir ama hepsi yeni bir ada oluşturmaz. Biz muhteşem bir fırsat yakalamış olduk. Hiç kimse bu kadar kapsamlı bir şekilde daha önce böyle bir adada mikroorganizmalara bizim yaptığımız gibi ilk andan itibaren çalışmadı. Ve artık kimse direkt olarak bu adayı coğrafik açıdan inceleyemeyecek. Çünkü, Pasifik okyanusundan yükselerek oluşan Hunga-Tonga adası 7 yıl sonra beklenmedik bir şekilde ortadan kayboldu.
Volkan 2022’de yeniden patladığında, bu patlama dünyanın en büyük volkanik patlamasıydı ve şimdiye kadar oluşan en büyük buhar ve kül bulutunu da beraberinde getirmişti. Neyse ki Hunga- Tonga ’nın bu kısa ömrü boyunca araştırmacılar onun hakkında yeteri kadar çalışma yapabildiler.
Tabi ki adanın yok oluşu araştırmacıları hayal kırıklığına uğrattı ama bu durum onlara adanın nasıl var olduğunu da kısmen kanıtladı.
Eğer bir ada oluşumu yeniden gerçekleşirse tüm ekip seve seve gidip araştırma yapar. Hatta araştırmacılar bu tür araştırmalar için kullanılabilecek planları şimdiden hazırlayabilir.
Çalışmanın aslı mBio’da yayımlandı.
Çeviren: İkranur Bulut