Tüm zamanlarda yapılmış ve başarılı olmuş en iyi 10 bilimsel deney. Bu çığır açan deneyler, evreni ve kendimizi kavrayışımızı değiştirdi.
Her gün, “eğer” ile “öyleyse” sorularını soran ve neyin sarsıldığını gören bilim deneyleri yapıyoruz.
Belki sadece evimizle iş arası gidip gelmekten ya da börekleri mikrodalga fırında birkaç saniye daha ısıtmaktan biraz farklı bir yolla. Veyahut şu genin bir varyasyonunu daha denemek ya da belirli bir probleme ne tür bir şifrenin en iyi şekilde uyacağını merak etmek gibi olabilir.
En nihayetinde bu çabalayan, sorgulayan ruh, her şeyi keşfetme yeteneğimizin temelinde yer alır. Deney yapma isteği, bizim ‘bilim’ dediğimiz uğraşı yoluyla gerçekliğin doğasına daha derinden dalmamıza yardımcı oldu.
Bu bilimsel deneylerden oluşan seçkin bir seri, türümüzün sorgulayan zekasını en iyi şekilde sergilemede zamana meydan okuyor.
İşte dokuz başarılı çalışma-artı şanlı bir başarısızlık- tüm zamanların en iyi bilimsel deneyleri olarak alkışlanabilir.
Eratosthenes Dünyayı Ölçüyor
Bilimsel Deney: Eratosthenes Dünyayı Ölçüyor – Dünya’nın çevresinin kaydedilen ilk ölçümü.
- Deneysel sonuç: Dünya’nın çevresinin kaydedilen ilk ölçümü.
- Ne zaman: M.Ö üçüncü yüzyıl sonu.
Tam anlamıyla dünyamız ne kadar büyük? Kadim kültürlerden gelen birçok cevaptan biri, Eratosthenes tarafından hesaplanan şaşırtıcı derecede doğru olan değer, çağlar boyunca yankılandı.
Günümüz Libya sahilindeki bir Yunan yerleşimi olan Kirene’de MÖ 276 civarında doğanEratosthenes, hırslı bir bilgin oldu -ona hem muhalifleri hem de taraftarları getiren bir özellik.
Kinciler ona, Yunan alfabesine göre ikinci harf olan Beta lakabını taktılar.
Puget Sound Üniversitesi fizik profesörü James Evans, eski tarzdaki kızgınlığı şöyle açıklıyor: “Eratosthenes, bir alandan diğerine o kadar sık karıştı ki, çağdaşları onu her birinde sadece en iyi ikinci olarak görüyordu.”
Bunun yerine, çok yetenekli Eratosthenes’i kutlayanlar, beş etkinlikte düzenlenen atletizm yarışmasından sonra kendisine Pentathlos adını verdi.
Bilgin bu zihinsel ustalığı sayesinde Mısır’a, ünlü İskenderiye kütüphanesinde baş kütüphaneci olarak yerleşti. Ünlü deneyini orada yaptı.
Güneydeki Nil Nehri şehri Syene’de (günümüz Aswan), Kuzey Yarım küre’nin yaz gündönümü tarihinde öğle güneşinin doğruca aşağıya parladığı, gölgesioluşmayan bir kuyu olduğunu duymuştu.
Kafası biraz karışmış olan Eratosthenes, aynı gün ve saatte İskenderiye’de dikey bir çubukla gölge tipini ölçtü. Oradaki güneş ışığının açısını 7,2 derece veya 360 derecelik bir çemberin 1 / 50’si olarak belirledi.
Pek çok eğitimli Yunan gibi Dünya’nın küresel olduğunu bilen Eratosthenes, iki şehir arasındaki mesafeyi bilmesi durumunda, bu rakamı 50 ile çarpabileceğini ve Dünya’nın eğrilik derecesini ve dolayısıyla toplam çevresini ölçebileceğini biliyordu.
Bu bilgileri sağlayan Eratosthenes Dünya’nın çevresinin, yaklaşık 600 fite eşit,Hellenistik bir uzunluk birimi olan 250.000 stad olduğu sonucunu çıkardı. Mesafe yaklaşık 24.500 mile eşit, pekala basketbol sahası olarak ölçüldüğünde ise doğru rakam 28.500 mil kadardır.
Uygun olarak, modernite kendisine bir tane daha lakap taktı: coğrafyanın babası. Bir zamanlar ikinci sınıf olarak önemsenmeyen biri için hiç fena değil.
William Harvey Doğanın Nabzını Alıyor
- Deneysel sonuç: Kan dolaşımının keşfi
- Ne zaman: Teori 1628’de yayınlandı.
Yunan hekim ve filozofu, ikinci yüzyılda, yalanlarla dolu olmasına rağmen yaklaşık 1,500 yıl boyunca etkili olan, kan dolaşımının bir modelini önerdi. İddiaları arasında: Karaciğer yediğimiz gıdalardan sürekli olarak yeni kan yapar; kan vücutta iki farklı akışta dolaşır, biri (akciğerler yoluyla) havadan “yaşayan ruhlarla” doldurulur ve dokuların emdiği kan kalbe asla geri dönmez.
Tüm bu dogmayı devirmek, çoğu zaman korkunç deneyleri gerektirdi.
1578’de İngiltere’de doğan soylu William Harvey, Kral I. James’in kraliyet hekimliğine -ona en büyük ilgisi olan anatomi çalışmalarını devam ettirebilmek için zaman ve imkanlar sağlayan- yükseldi.
İlk olarak Galenik modelde, koyun ve domuzlar da dahil deney hayvanlarını -kanlarını akıtarak- (bazı durumlarda kelimenin tam anlamıyla) doğradı.
Harvey farketti ki, eğer Galen haklıysa, hayvanların boyutunu aşan, mümkünatı olmayan bir kan hacminin her saat kalpten pompalanacak olmalıydı. İkna edici bir biçimde açıklamak için, zayıf kan akışlarını göstererek aleni bir şekilde canlı hayvanların içini açtı. Ayrıca, bir yılanın açık kalbine gelen kan akışını, bir ana damarı parmakla sıkıştırarak kısıtladı.
Kalp küçüldü ve soldu; delindiğinde, az miktarda kan döküldü. Buna karşılık, çıkan ana arteri bastırmak kalbi şişirdi. Ölmek üzere olan hayvanları ve yavaş kalp atışlarına sahip sürüngenleri incelemesi sayesinde, kalbin kasılmalarını fark etti ve vücuda belli bir çevrimde kan pompaladığı sonucunu çıkardı.
Londra Üniversitesinde tarih ve bilim felsefesi profesörü olan Andrew Gregory’e göre, Harvey’in bu yaptığı kolay bir çıkarım değildi. “Normal ortamında normal olarak atan bir kalbe bakarsanız, gerçekte ne olduğunu çözmek çok zordur”diyor.
Teorinin tamamını De MotuCordis [Kalbin Hareketi] adlı kitabında yayımladı. Onun kanıta dayalı yaklaşımı tıp bilimini dönüştürdü ve bugün modern tıbbın ve fizyolojinin babası olarak tanınmakta.
Gregor Mendel Genetiği Ekip Biçiyor
- Deneysel sonuç: Genetik mirasın temel kuralları
- Ne zaman: 1855-1863
Bir çocuk, değişen derecelerde, bir geçici benzerlik veya tam gelişmiş mini bir ‘ben’ olsun, bir ebeveyni andırır. Neden?
GregorMendel sayesinde fiziksel özelliklerin kalıtımının arkasındaki derin gizem bir buçuk yüzyıl önce çözülmeye başladı. 1822’de şu anki Çek Cumhuriyeti’nde doğan Mendel, çiftçilikle geçinen ailesinin örgün eğitim için çok az parası olmasına rağmen, fiziksel bilimlerde bir ustalık gösterdi.
Bir profesörün tavsiyesini izleyerek, 1843’te araştırma ve öğrenmeyi vurgulayan bir keşiş grubu olan Augustinian mezhebine katıldı.
Brno’daki bir manastırda bulunan utangaç Gregor,bahçede vakit geçirmeye başladı. Özellikle küpeçiçekleri dikkatini çekti, onların zarifliği geri plandaki büyük bir tasarıma işaret ediyordu.
Bloomington Indiana Üniversitesi’nde biyoloji tarihini araştıran SanderGliboff,
“küpeçiçekleri ona muhtemelen ünlü deneyleri için fikir verdi” diyor. “Yeni renkler veya renk kombinasyonları almaya çalışırken farklı varyeteleri melezliyordu ve işte bazı kalıtım yasalarını öneren tekrarlanabilir sonuçlar aldı.”
Bu yasalar bezelye bitkileri yetiştiriciliği ile netleşti. Mendel boya fırçaları kullanarak, polenleri birinden diğerine hafifçe sürdü ve yaklaşık yedi yıllık bir sürede binlerce bitkiyi belirli özelliklerle tam olarak eşleştirmeyi başardı.
Örneğin, sarı bezelye ve yeşil bezelye ile eşleşmenin her zaman sarı bir bitki verdiğini titizlikle belgelemiştir. Yine de bu sarı döllerin bir araya getirilmesi, bezelyelerin dörtte birinin tekrar yeşile döndüğü bir nesil üretti.
Bunun gibi oranlar şimdi genler olarak adlandırdığımız, Mendel’in “faktörler” olarak bahsettiği şeyler için, baskın (bu durumda sarı renk) ve çekinik terimlerini türetmesine yol açtı.
O, zamanının ilerisindeydi. Çalışmaları o günlerde çok az dikkat çekti ancak on yıllar sonra, diğer bilim insanları Mendel’in deneylerini keşfetti ve aynısını tekrarladılar. Ve Mendel deneyleri bir buluş olarak kabul edildi.
Gliboff, “Mendel’in deneylerindeki dahilik, onun kalıtımın tüm karmaşıklıklarını bir kerede ele almak yerine, birkaç şeyi çok iyi açıklayan basit hipotezler oluşturma yoluydu” diyor.
Isaac Newton Işık Bilimine Dikkatle Bakıyor
- Deneysel sonuç: Rengin ve ışığın doğası
- Ne zaman: 1665-1666
Isaac Newton kendisi olmadan önce – sıra dışı bilim insanı, matematikçi, hareket yasalarının ve evrensel çekimin mucidi- eski yalın Isaac Newton kendini ölmek üzere bulmuştu. Newton Cambridge’deki yıkıcı veba salgınından kaçmak için, İngiliz kırsalında bulunan çocukluğunun evinde köşesine çekildi. Orada, Cambridge Clare College üyesi Patricia Fara ‘ya göre yerel bir fuarda -bir “çocuk oyuncağı” olarak aldığı bir prizmayı tamir etmeye çalıştı.
İlgili: Işık Nedir? Işığın Tarihi Hakkında Bilgi
Güneş ışığının bir prizmadan geçmesine ve gökkuşağının veya renklerin spektrumunun yayılmasına izin verin. Newton’un zamanında, egemen düşünce, ışığın rengini geçtiği ortamdan aldığıydı, güneş ışığının renkli camdan geçmesi gibi.
Emin olmayan Newton rengin, ışığın kendisinin doğal bir özelliği olduğunu kanıtlayan bir prizma deneyi yaptı. Bu devrimci anlayış, modern bilim ve teknolojinin temelini oluşturan optik alanını oluşturdu.
Newton hassas bir deney yaptı: Bir pencere kapağında tek bir güneş ışığının iki prizmadan geçmesine izin veren bir delik açtı. Sonuçta Newton elde edilen renklerin bir kısmının ikinci prizmaya ulaşmasını engelleyerek, farklı renklerin bir prizmanın içinde farklı şekilde kırıldığını veya büküldüğünü gösterdi.
Daha sonra ilk prizmadan tek bir renk çıkardı ve onu ikinci prizmadan tek başına geçirdi; renk değişmeden çıktığında, prizmanın ışın rengini etkilemediğini kanıtladı. Ortam önemli değildi. Renk, her nasılsa, ışığın kendisine bağlıydı.
Fara, “Yapması gerçekten, gerçekten teknik olarak zor bir deney” diyor. “Ama bir kere gördükten sonra, inanılmaz derecede inandırıcı.”
Newton adını inşa ederken deney yapmada kesinlikle yetenek sergiledi, özellikle kendini denek yaptığı çeşitlerinde. Bir keresinde güneşe o kadar uzun süre bakmıştı ki neredeyse kör olacaktı.
Michelson ve Morley Whiff Gökyüzünde
- Deneysel sonuç: Işığın hareket şekli
- Ne zaman: 1887
“Hey!” dediğinizi varsayalım, ses dalgaları dinleyicinizin kulaklarına ulaşmak için bir ortamdan (havadan) geçer. Okyanus dalgaları da kendi ortamlarında ilerler: suyun içinde. Ancak ışık dalgaları özel bir hadise. Bir vakumda, hava ve su gibi tüm ortamlar çıkarıldığında, ışık bir şekilde yine buradan oraya gider.
Bu nasıl olabilir?
Cevabı, 19. yüzyılın sonlarında moda olan fiziğe göre, “ışıltılı esir” olarak adlandırılan görünmez, her yerde bulunan bir ortamdı. Şu anda Ohio’da bulunan Case Western Reserve Üniversitesi’nde birlikte çalışan Albert Michelson ve Edward W. Morley, bu ‘esir’in varlığını kanıtlamak için yola çıktı. Ardından gelen, tartışmasız tarihteki en ünlü başarısız deneydi.
Bilim insanlarının hipotezi şu şekilde idi: Dünya güneşin yörüngesinde döndükçe, sürekli olarak esirden geçer ve bir esir rüzgarı oluşturur. Bir ışık huzmesinin yolu rüzgarla aynı yönde hareket ettiğinde, rüzgara karşı ışık, yelkenle karşılaştırıldığında biraz daha hızlı hareket etmelidir.
Etkiyi ölçmek için, çok küçük olsa bile, Michelson ‘un sadece bir şeyi vardı. 1880’lerin başında, bir girişim deseni oluşturmak için ışık kaynaklarını bir araya getiren bir araç, bir tür girişimölçer icat etmişti -karışan bir gölette oluşan dalgalanma gibi. Michelson girişim ölçeri, tek yönlü bir ayna vasıtasıyla ışık saçar.
Işık ikiye bölünür ve ortaya çıkan ışınlar birbirlerine dik açılarla gider. Bir süre sonra, aynaları tekrar merkezi bir buluşma noktasına doğru yansıtırlar. Işık huzmeleri farklı zamanlarda gelirlerse, yolculukları sırasında bir tür eşit olmayan ortamda yer değiştirmeler nedeniyle (örneğin esir rüzgarından), belirgin bir girişim deseni oluştururlar.
Her iki araştırmacı da geçersiz sonuçlarının önemini tam olarak anlamadı. Bunu deneysel hata olarak görüp başka projelere geçtiler. (Kazançlı bir şekilde: 1907 yılında, Michelson alet-bazlı optik incelemelerde Nobel Ödülü kazanan ilk Amerikalı oldu.) Ancak, Michelson ve Morley’ nin düşünmeden çöpe attığı esir teorisi, Albert Einstein ’ın 1905’de yeni bir ışık paradigması olan özel görelilik buluşuna yol açan ileri bir deney ve teori zincirini başlattı.
Marie Curie ’nin Çalışmaları Önemlidir
- Deneysel sonuç: Radyoaktivitenin tanımlanması
- Ne zaman: 1898
Efsanevi bilimsel deney yıllıklarında disiplinden tarihsel olarak dışlanmalarını yansıtacak şekilde, çok az sayıda kadından bahsedilir. Marie Sklodowska bu kalıbı kırdı. İlgili: Marie Curie: Kimdir, Hayatı Gerçekler ve Biyografi
Marie Curie 1867’de Varşova’da doğdu, matematik ve fizik alanında ileri eğitim şansı için 24 yaşında Paris’e göç etti. Orada devrimci fikirlerinin erkek egemenliği alanında bir yer edinmesine yardımcı olan sıkı bir entelektüel olan fizikçi Pierre Curie ile tanıştı ve evlendi.
“Pierre olmasaydı, Marie Curie hiçbir zaman bilimsel topluluk tarafından kabul edilmeyecekti” diyor Oklahoma Üniversitesi ‘nden bilim tarihinin onursal profesörü Marilyn B. Ogilvie. “Yine de temel hipotezler -radyoaktivitenin doğasına yönelik soruşturmanın gelecekteki seyrine rehberlik edenler- onunkilerdi”.
Curieler, çoğunlukla Pierre’in çalıştığı üniversitenin kampüsünde dönüştürülmüş bir kulübe dışında birlikte çalıştılar. 1897’deki doktora tezi için Marie, sadece bir yıl önce keşfedilmiş olan X-ışınlarına benzer yeni bir tür ışınımı araştırmaya başladı.
Marie, Pierre ve kardeşinin yaptığı elektrometre adı verilen bir aleti kullanarak, toryum ve uranyum tarafından yayılan gizemli ışınları ölçtü.
Bu gözlemden Marie, radyasyon yayınımın bir maddenin moleküler düzenlemelerine hiçbir şey yapmadığı sonucunu çıkardı.
Bunun yerine, radyoaktivite-onun icat ettiği bir terim- her bir atomun iç yapısından kaynaklanan doğal bir özelliği idi.
Bu noktaya kadar, bilim insanları atomların temel ve bölünmez varlıklara sahip olduğunu düşünüyorlardı. Marie, maddeyi daha temel, atomaltı bir seviyede anlamanın kapısını açmıştı.
Curie, 1903’te Nobel Ödülü kazanan ilk kadın oldu ve 1911’de ikinci bir Nobel kazanançok az sayıda kişiden biriydi (daha sonra radyum ve polonyum elementlerini keşfettiği için).
“Yaşamı ve çalışmalarında,”diyor Ogilvie, “bilimde kariyer isteyen genç kadınlar için rol model oldu”.
Ivan Pavlov ’un Bu Fikre Ağzı Sulanıyor
- Deneysel sonuç: Koşullu reflekslerin keşfi
- Ne zaman: 1890’lar-1900’ler
Rus fizyolog Ivan Pavlov tükürük ve mide sularının yiyecekleri nasıl sindirdiğini araştırdığı, köpeklerle yaptığı çalışmalardan dolayı 1904’te Nobel Ödülü’nü aldı. Bilimsel mirası her zaman köpek sürüsüne bağlı olacak olsa da, Pavlov’un bugün kutlanmasına neden olan şey zihnin icraatları.
Gastrik Sekresyonları ölçmek basit iş değildi. Pavlov ve öğrencileri, tükürüğü yakalamak için bazı köpeklerin ağzına asılı bir tüp yardımıyla ile, köpek sindirim organlarının ürettiği sıvıları topladı.
Araştırmacılar beslenme zamanı gelince, denemelerde tecrübeli köpeklerin bir lokma yemeden bile ağızlarının sulandığını fark etmeye başladılar.
O zamanlar,diğer birçok bedensel fonksiyon gibi, tükürüğün oluşumu sadece yemeğin varlığında meydana gelen bilinçdışı bir eylem,bir refleks olarak kabul edildi. Ancak Pavlov’un köpekleri, bir deneycinin görünüşünü yemeklerle ilişkilendirmeyi öğrenmişti; yani köpeklerin deneyimleri fiziksel tepkilerini şartlandırmıştı.
British Columbia Üniversitesi’nde bir psikoloji profesörü ve Pavlovian Topluluğu başkanı olan CatharineRankin, “Pavlov’un çalışmasına kadar reflekslerin sabit ve değiştirilemez olduğu kabul edildi” diyor.“Yaptıkları deneyler sonucunda değişebileceklerini gösterdi.”
Pavlovian Topluluğu’ndan sorumlu AlbionCollege’den W. Jeffrey Wilson, “Pavloviankoşullanma bize her zaman oluyor” diyor. “Beyinlerimiz sürekli yaşadığımız şeyleri birbirine bağlıyor.”Aslında, bu koşullu cevapları “kesmeye” çalışmak, travma sonrası stres bozukluğu ve bağımlılık için modern tedavilerin arkasındaki stratejiyi oluşturuyor.
Robert Millikan ‘Yük’lenir
- Deneysel sonuç: Tek bir elektron yükünün kesin değeri
- Ne zaman: 1909
Çoğu bakımdan, Robert Millikan de kendisi için iyi yapmıştı.1868’de Illinois’deki küçük bir kasabada doğdu. OberlinCollege ve Columbia Üniversitesi’nde derece almaya başladı. Almanya’da Avrupalı aydınları ile fizik okudu. Daha sonra Chicago Üniversitesi fizik bölümüne katıldı ve hatta bazı başarılı ders kitaplarını kaleme aldı.
Ancak meslektaşları çok daha fazlasını yapıyordu.20. yüzyılın dönüşü fizik için zorlu bir zamandı: On yıldan biraz daha uzun bir süre içinde, kuantum fiziği, özel görelilik ve elektron -atomların bölünebilir kısımları olduğuna dair ilk kanıt- dünyaya tanıtıldı.1908 yılına gelindiğinde Millikan, adına önemli bir keşif yapmamış olarak 40’ını zorluyordu.
Ancak elektron bir fırsat sundu. Araştırmacılar, partikülün, her durumda aynı, temel bir elektrik yükü birimini temsil edip etmediğini anlamak için çabaladılar. Kaybedecek bir şeyi olmayan Millikan kendine bir şans verdi.
Chicago Üniversitesi’ndeki laboratuvarında, bulut odaları adı verilen kalın su buharı kapları ile çalışmaya ve içlerindeki elektrik alanın gücünü değiştirmeye başladı. Yerçekimi nedeniyle aşağı inmeden önce su damlacıkları bulutları, yüklü atomlar ve moleküller etrafında şekillendiler. Elektrik alanın gücünü ayarlayarak, yerçekimine elektrikle karşı koyarak tek bir damlacığın düşüşünü yavaşlatabilir veya durdurabilirdi.
Su çok çabuk buharlaştığı zaman, Millikan ve öğrencileri -bilimin isimsiz kahramanları- daha uzun ömürlü bir maddeye geçtiler: bir eczaneden alınan parfüm spreyi ile odaya püskürtülen yağ. Daha sofistike bir yağ damlası deneyi sonunda, elektronun gerçekten de bir yük birimini temsil ettiğini belirledi. Değerini, bir elektronun günümüzde kabul edilen değerine (1.602 x 10-19 coulomb) çok yakın tahmin ettiler.
Young, Davisson ve Germer Parçacıkların Dalga Yaptığını Görür
- Deneysel sonuç: Işık ve elektronların dalgalı doğası
- Ne zaman: sırasıyla 1801 ve 1927
- Işık: parçacık mı dalga mı?
Bu görünüşle uzun zamandır güreşen birçok fizikçi, Isaac Newton ’un optik güçlerin etkisinde kalmasından sonra parçacıkta kararlaştılar. Ancak sevgili Thomas Young tarafından ortaya konan ilkel yine de güçlü bir gösteri bu sözleşmeyi paramparça etti.
Young’ın ilgi alanları, Mısır bilimden (Rosetta Stone’un deşifre edilmesine yardım etti) tıp ve optiğe kadar her şeyi kapsadı.Işığın özünü araştırmak için, Young 1801 yılında bir deney tasarladı.Opak bir cisimden iki ince yarık kesti, güneş ışığının içlerinden geçmesine izin verdi ve ışınların arkadaki ekranda nasıl bir dizi aydınlık ve karanlık saçakları oluşturduğunu izledi.
Young, bu desenin, bir gölet boyunca meydana gelen dalgalanmalar gibi, dalgalı bir şekilde yayılan ışıktan ortaya çıktığını ve birbirini büyüten ve iptal eden farklı ışık dalgalarından gelen tepe ve çukurlarla oluştuğunu düşündü.
Her ne kadar günümüz fizikçileri başlangıçta Young’ın bulgularını reddetmiş olsalar da bu iki yarık deneyinin yaygın olarak tekrarlanması, ışık parçacıklarının gerçekten dalgalar gibi hareket ettiğini ortaya koydu. MIT’de fizik ve bilim tarihi profesörü olan David Kaiser “Çifte yarık deneyleri ilgi uyandırır hale geldi, çünkü yapılması nispeten kolay” diyor.
Bir yüzyıldan daha uzun bir süre sonra Clinton Davisson ve LesterGermer tarafından yapılan bir deney, bu anlamın derinliğini gösterdi. New Jersey’de Nokia BellLabs olarak adlandırılan yerde, fizikçiler elektron parçacıklarını nikel kristalinden sektirdiler.Saçılmış elektronlar, ancak parçacıklar dalga gibi davranırsa mümkün olabilecek bir kalıp oluşturmak için etkileşime girdi.
Elektronlarla yapılan sonraki çift yarık deneyleri, madde parçacıklarının ve dalgalı enerjinin (ışık) her birinin parçacık ve dalga gibi hareket edebileceğini kanıtladı.
Paradoksal düşünce, maddenin davranışını temel bir düzeyde açıklamaya yeni başlayan kuantum fiziğinin kalbinde yatıyor.
İlgili: Kuantum Nedir? Kuantum hakkında bilinmeyenler
Kaiser, “Bu deneylerin esasında gösterdiği şey, dünyada radyasyon veya katı madde gibi görünen şeylerin bazı indirgenemez, kaçınılmaz, dalga-benzeri özelliklere sahip olmasıdır” diyor. “Görünüşe göre ne kadar şaşırtıcı veya zahmetli olursa olsun, fizikçiler bu“dalgalılığı” dikkate almalıdırlar.”
Robert Paine Denizyıldızını Sıkıştırıyor
- Deneysel sonuç: Anahtar türlerin ekosistemler üzerindeki orantısız etkisi
- Ne zaman: Başlangıçta bir 1966 makalesinde sunuldu.
Tıpkı mor denizyıldızı gibi, kayalara çarptı ve Pasifik Okyanusu’na savruldu. Bob Paine geleneksel bilgeliği pencereden fırlattı. 1960’lara gelindiğinde ekolojistler, habitatların öncelikle çeşitlilikten kaynaklandığı konusunda hemfikirdiler. Bu irili ufaklı yaratıkların etkileşim ağlarını gözlemlenmesi de önerildi. Paine farklı bir yaklaşımı seçti.
Bir çevreye müdahale ederse ne olacağını merak eden Paine, denizyıldızını uzaklaştıran deneylerini Washington eyaletinin engebeli kıyılarındaki ve dışındaki gelgit havuzlarında yaptı. Bu tek türün çıkarılmasının, ekosistemin dengesini bozabildiği ortaya çıktı. Başıboş kalan, denizyıldızının avı olan kaya midyeleri kontrolden çıktı.
Bu kabuklu deniz ürünleri, sırayla, limpet ve algal türlerini kalabalıklaştırmaya başladı. Nihai sonuç: Sadece midyelerin egemen olduğu havuzlarda, lime lime bir besin ağı bıraktı. Paine, bir kemeri yerine kilitleyen gerekli merkez taşı gibi, denizyıldızınıanahtar tür olarak adlandırdı. Aydınlatıcı bir görüş, tüm türlerin belirli bir ekosisteme eşit şekilde katkıda bulunmadığı anlamına geliyordu.
“Onun etkisi kesinlikle dönüştürücü oldu” diyor. OregonEyalet Üniversitesi’nden deniz ekolojisti JaneLubchenco ve OSU’da profesör olan kocası Bruce Menge, 50 yıl önce Washington Üniversitesi’ndeki Paine’nin laboratuvarında yüksek lisans öğrencileri olarak tanıştılar.. 2009’dan 2013’e kadar Ulusal Okyanus Atmosfer İdaresi’nin yöneticisi olan Lubchenco, Paine’nin anahtar tür konseptinin balıkçılık yönetimi ile ilgili politikalar üzerindeki etkilerini yıllar boyunca gördü.
Menge “Onu bu kadar karizmatik yapan şey, fikirleri için duyduğu neredeyse çocuksu bir coşku” dedi.“Merak, deneyi başlatması için onu zorladı ve sonra bu muhteşem sonuçları aldı.” Paine 2016 yılında öldü. Daha sonraki çalışması, iklim değişikliği ve kontrolsüz avlanma yoluyla küresel ekosistemi değiştiren, bir anahtar tür olarak insanların derin etkilerini keşfetmeye başlamıştı.
Bunlar da ilginizi çekebilir:
- Sonlandırılmak Zorunda Kalınan Bir Deney: Stanford Hapishane Deneyi
- Mary Shelley’e “Frankenstein” için ilham vermiş olabilecek 5 bilimsel deney
- Japonya, Çığır Açan İnsan-Hayvan Melezleri Terimini Oluşturan Deneyi Onayladı
- Küçük Bir Deney, Sadece İki Ay İçinde Alzheimer’ın Bilişsel Düşüş Yılını Tersine Çevirebildi
Saygılarımla.
Duygu Ardıç