Ceres (Astroid kuşağındaki bir cüce gezegen) gibi mavi gezegenler Güneş sistemimizin sanıldığından daha nemli olduğunu gösteriyor ve suyun olduğu yerde yaşam da olabilir.
Buzul cüce gezegen Ceres, altında bir deniz barındırıyor gibi gözüküyor. Bu keşif Dünya’nın ötesindeki yaşam arayışını ateşliyor.
Mars ve Jüpiter arasındaki astroid kuşağının kayalık sınırlarına çökmüş, Teksas eyaleti büyüklüğündeki buzul gezegen bir gizemi saklıyor.
Bu Ceres adı verilen, gökbilimcilerinin 2020 yılında keşfettikleri cüce gezegen aslında bir okyanus gezegen ve bu alanda tek olmaktan uzak.
Plüton gezegeni, aktif bir yeraltı okyanus kaynağına sahip olan gezegenler arasında bilim insanları tarafından keşfedilen en iyi kanıttı.
Su araştırması tam anlamıyla dünya dışı yaşam araştırmasıyla aynı anlama geliyor.
Yarım asır öncesine kadar okyanusların sadece Dünya’ya özgü olduğu düşünülüyordu. Son 10 yılda, sıvı haldeki su okyanusları kanıtlarına azar azar Jüpiter ve Satürn’ün buzul uydularında da rastlanıldı.
Gökbilimciler, Güneş sisteminin bu şaşırtıcı görüntüsünün yaşam için birçok gizli potansiyele sahip yerler sayesinde oluştuğunu söylüyor. Southwest Research Institude’de bir gökbilimci olan ve ayrıca NASA’nın Plüton’a Yeni Ufuklar görevini yöneten Alan Stern; bu bulgunun Uzay Çağındaki gezegensel bilimde keşfedilenlerin en önemlilerinden biri olduğunu söylüyor.
Ceres iç Güneş sistemindeki Dünya hariç herhangi bir gezegenden daha fazla suyu bünyesinde bulunduruyor.
NASA’nın Dawn Probe’unu, yörüngesine 2015 yılında girdiği Ceres’e göndermesinin asıl sebebi buydu. Birçok kişi Ceres’in bir zamanlar bir okyanusu olsa bile, herhangi bir sıvının şimdiye kadar donmasını bekliyordu.
Dawn yaklaştıkça, bu uzay gemisinin kameraları 57 mil genişliğindeki Occator kraterinin içerisinde çok belirgin bir şekilde birçok değişik beyaz bölgeyi açığa çıkardı. Bu keşif Ceres’in geçmişini açıklamak için bir anahtar rol sağladı.
Nature’da geçen ağustos ayında yayımlanan yedi sayfalık bir seride NASA bilim insanları, en iyi ihtimalin bir gök taşının Ceres’e 20 milyon yıl önce çarptığını ve onun buzul kabuğunda bir delik açtığını yazdılar. Bu çarpma, daha derin bir tuzlu su rezervuarına ulaştı.
Sonuç olarak buzlu kimyasallar, Utah’ın Büyük Tuz Gölü’ne benzeyen bir yeraltı okyanus cebinden buzdaki çatlaklar yoluyla fışkırdı. Aynı zamanda, NASA’nın Dünya’nın yeni oluşum modellemesiyle birleştirilmiş Plüton’a yeni ufuklar isimli görevinden gelen analiz bilgileri, bu cüce gezegenin Güneş sistemimizden daha önce sıvı bir okyanus ile var olduğunu öne sürer.
Ancak böyle küçük bir gezegen, sıvı okyanusu donmadan nasıl koruyabilmiştir?
Önceleri, gökbilimciler Plüton’un, soğuk kayalardan ve önce yavaşça yığılıp sonra su haline gelene kadar ısınan ve milyarlarca yıl sonunda tekrar donarak oluşan buz parçalarından oluştuğunu zannediyorlardı.
Ancak haziran ayında Nature Geoscience’da yayımlanan bir çalışma farklı bir yaklaşıma sahiptir. Bu araştırmanın arkasındaki ekip Plüton’un yüzeyinde soğuk bir başlangıç olduğunu gösterebilecek basınç özelliklerine dair, örneğin çatlaklar gibi, bir kanıt bulunmadığını söylüyor.
Bunun yerine bu cüce gezegenin yüzey özellikleri; hızlı ve sıcak bir şekilde, bir darbe etkisiyle 30000 yıldan daha kısa bir sürede oluştuğu kabul edildiği zaman daha açıklanabilir oluyor.
Bu etkiler, Plüton’un bugün hala radyoaktivite sayesinde sıvı bir okyanusa sahip olmasını açıklar. Sadece Plüton değil, dış güneş sistemlerindeki potansiyel cüce gezegenlerde aynı şekilde meydana gelmiş olmalı.
Gökbilimcilerin fikirlerini değiştirmenin ötesinde, bu bulgular daha önceden göz ardı edilen küçük gezegenlere yönelik sonraki görevler için bir momentum sağlayabilir. Stern ve Yeni Ufuklar ekibi şimdi NASA’yı Plüton Yörünge görevine ikna etmeye çalışıyor.
Hatta Şafak ekibinin son araştırma sonuçlarını sunduğu gün, bilim insanları 1 milyar dolar değerinde bir uzay aracınının Ceres’e su, hatta yaşam araması için gönderilme uygulanabilirliğini sorgulayan NASA sponsorluğundaki bir çalışmayı kabul etti.
NASA’nın şafak görevi prensip araştırmacısı olan Carol Raymond, Ceres’e ulaşmanın Güneş Sistemi dışındaki küçük gezegenlere ulaşmaktan çok daha kolay olduğunu söyledi. “ Bu çok çekici bir hedef ”.
Mehmet Atasever