Yeni piyasaya sürülen James Webb Uzay Teleskobu gökbilimcilere daha önce karşılaşmadıkları yeni olanaklar sunuyor. Bu haber aynı zamanda geçmiş dönem teleskoplarının neler ortaya çıkardığını tekrar değerlendirmek için de güzel bir fırsat.
Astronomlar; teleskopları nadiren sadece fotoğraf çekmek için kullanırlar. Astrofizikte kullanılan fotoğraflar genellikle bilimsel çıkarım ve hayal gücünün bir ürünüdür, bazen de bu fotoğraflar; bir sanatçının verileri görselleştirmesiyle ortaya çıkar.
Elde edilen fotoğrafları da yalnızca birkaç taneye indirgemek kolay iş değildir. Ben seçimimi, kamu tarafında finanse edilen teleskoplardan yana kullanmak şartıyla bazı ilginç bilimsel gerçeği ortaya çıkarabilenden yana kullandım. Bu esnada sizin de çokça karşılaştığınız popüler fotoğraftan kaçınmaya çalıştım.
Aşağıda belirttiklerim elbette benim şahsi düşüncemdir, çoğu okuyucu benden farklı düşünebilir. Yorumlarınızı paylaşmaktan lütfen çekinmeyin.
1. Jupiter’in Kutupları

Seçtiğim ilk fotoğraf Nasa’nın şu anda da Jupiter ’in yörüngesinde dönen Juno uzay aracı tarafından elde edildi. Fotoğraf Jupiter’in bulut tepelerinden 18,906 kilometre uzakta olduğu zaman olan 2017’nin Ekim ayında görevdeki uzay aracından çekildi. Fotoğraf, Jüpiter’in kuzey yarımküresindeki bir bulut yapısını ve gezegenin kutuplarına (kuzey kutbu) ilk bakışımızı tasvir ediyor.
Bu görüntüyü oluşturmak için kullanılan fotoğraflar, Dünya atmosferindeki siklonlara benzer karmaşık akış modellerinin yanı sıra, çeşitli irtifalardaki bulutların oluşturduğu ve zaman zaman alt katmanlardaki bulut katmanlarına gölgeler düşüren muhteşem etkileri gösterir.
Bu görüntüyü; güzelliği ve yansıttığı sürpriz için seçtim. Gezegenin kuzey kutbuna yakın kısımları, daha önce ekvatora daha yakın gördüğümüz kısımlarından çok farklı görünüyor. Juno Jupiter’in kutuplarına bakarak bize tanıdık bir gezegenin farklı bir görünümünü gösterdi.
2. Kartal Bulutsusu

Gökbilimciler, insan gözünün algılayamadığı “renklerin” ışığına duyarlı teleskoplar tasarlayarak benzersiz veriler toplayabilirler. Hep gördüğümüz renk gökkuşağı, fizikçilerin elektromanyetik spektrum dediği şeyin sadece küçük bir kısmıdır.
Kırmızının ötesinde, optik ışıktan daha düşük enerji yoğunluğuna sahip olan kızılötesi vardır. Kızılötesi kamera, çıplak gözle görülemeyecek kadar soğuk olan nesneleri algılayabilir. Normalde görüşümüzü tamamen engelleyebilecek uzaydaki parçacıklarda dahi görebilir.,
James Webb Uzay Teleskobu, şimdiye kadar fırlatılan en büyük kızılötesi gözlemevi. Şimdiye kadar, Avrupa Uzay Ajansı’nın Herschel Uzay Gözlemevi en büyüğüydü. Seçtiğim bir sonraki görüntü, M16 olarak da bilinen Kartal Bulutsusu’ndaki yıldız oluşumunun Herschel görünümüdür.
Bulutsu, uzaydaki gaz bulutudur. Astronomik standartlara göre, Kartal Bulutsusu Dünya’dan sadece 6.500 ışıkyılı uzaklıktadır. Bu bulutsu, yıldız üretiminin bir yatağıdır.
Bu görüntünün merkezine yakın bir özelliğin yakından görünümüne “Yaratılış Sütunları” adı verildi. Biraz başparmak ve işaret parmağı yukarı ve hafifçe sola bakan bu sütunlar dev bir moleküler gaz ve toz bulutunun içindeki bir boşluğa doğru çıkıntı yapıyor. Boşluk, yakın zamanda bulut içinde daha derinlerde oluşan enerjik yeni yıldızlardan yayılan rüzgarlar tarafından süpürülüyor.
3. Galaktik Merkez

Bu görüntü Samanyolu Gökadamızın merkezine daha yakından bakıyor. Yine kızılötesi ışıktan yararlanıyor, ancak bu sefer iki Nasa teleskopundan, Hubble ve Spitzer’den gelen bilgileri birleştiriyor.
Fotoğrafın sağ alt köşesindeki parlak beyaz nokta, Galaksimizin çekirdeğidir. Yay A*, büyük bir kara delik, bir yıldız kümesi ve 10.000 yıl önce bir süpernova olarak patlayan büyük bir yıldızın kalıntılarını içerir.
Diğer yıldız kümeleri de görülebilir. Quintuplet kümesi ekranın sol alt köşesinde görülebilir. Sol üstte, üzerinde ve görüntünün dışında uzanan aydınlatılmış gaz yayları için adlandırılan Kemerler adlı bir küme var. Bu iki küme, bilinen en büyük kütleli yıldızlardan bazılarını içerir.
4. Abell 370

Evren, tek tek galaksilerden çok daha büyük ölçeklerde karanlık maddeden oluşan bir filamentler ağı (uzun bağlantılı iplikler) olarak yapılandırılmıştır. Filamentlerin kesiştiği noktada gelişen gökada kümeleri, en belirgin nesnelerden bazılarıdır.
Yakınlardaki galaksi kümelerine bakarsak (elbette göreceli olarak konuşursak), kütlenin uzayı büktüğünü söylediğinde Einstein’ın haklı olduğunun muhteşem bir şekilde doğrulandığını görebiliriz. Hubble’ın 2017 yılında yayınladığı Abell 370 görüntüsü, uzayın bu çarpıklığının en güzel örneklerinden biridir.
Abell 370, yüzlerce galaksiden oluşan beş milyar ışıkyılı uzaklıkta bir kümedir. Görüntüde uzun ışık yayları görülebilir. Bunlar, orijinallerin büyütülmüş ve bozulmuş versiyonlarıdır. Kümenin kütlesi uzay-zamanı bozar ve daha uzaktaki nesnelerden gelen ışığı bükerek onları büyütür ve bazı durumlarda aynı uzak galaksinin birden fazla görüntüsünü oluşturur. Bu fenomene kütleçekimsel merceklenme denir, çünkü çarpık uzay-zaman bir optik mercek gibi davranır.
Resmin merkezinin üstündeki ve solundaki en kalın ışık yayı, bu büyütülmüş resimlerin en görünür olanıdır. “Ejderha” olarak adlandırılan bu yay, başında ve kuyruğunda aynı uzak galaksinin iki görüntüsüne sahiptir. Ejderhanın gövdesinin yayı, diğer birkaç uzak galaksinin üst üste binen resimlerinden oluşur.
Gökbilimciler, yerçekimi ile büyütülmüş görüntülerden yararlanır, çünkü büyütme, uzaktaki mercekli nesne hakkında aksi halde görülebilecek olandan daha fazla bilgi ortaya çıkarır. Bu durumda, mercekli galaksideki yıldız popülasyonu derinlemesine incelenebilir.
5. Hubble Ultra Derin Alanı

İlham veren bir fikirle, gökbilimciler, gözlemlenebilir evrenin kenarında hangi aşırı uzak nesnelerin görülebileceğini keşfetmek için Hubble’ı birkaç gün boyunca boş bir gökyüzü parçasına yöneltmeye karar verdiler.
Hubble Ultra Derin Alanı, neredeyse tamamı çok uzak galaksiler olan yaklaşık 10.000 nesne içerir. Bu galaksilerin bazılarından gelen ışık, evren sadece yaklaşık yarım milyar yaşında olduğundan, 13 milyar yıldan fazla bir süredir seyahat ediyor.
Bu nesnelerden bazıları bilinen en eski ve en uzak nesneler arasındadır. Burada, yerel çağdaşları çoktan sönmüş olan eski yıldızlardan gelen ışığı görüyoruz.
En eski galaksiler, evrendeki zayıf gazın elektronları hidrojenden ayırma yeteneğine sahip yıldız ışığıyla ilk kez yıkandığı yeniden iyonlaşma çağında oluştu. Bu, bir bütün olarak evrenin özelliklerindeki son büyük değişiklikti.
*Işığın bu kadar çok bilgi taşıması, evrenin tarihini bir araya getirmemize izin vermesi dikkat çekicidir. James Webb Uzay Teleskobu’nun fırlatılması, bize büyük ölçüde geliştirilmiş bazı kızılötesi görüntüler verecek ve kaçınılmaz olarak gelecek nesil bilim adamlarına meydan okumak için yeni sorular ortaya çıkaracaktır.
Feyza Kirazoğlu